Ana SayfaArşivMakalelerULUS DEVLETİN " YUMUŞAK KARNI"

ULUS DEVLETİN ” YUMUŞAK KARNI”

19 Ağustos 2025 günlü Cumhuriyet Gazetesinden alıntıdır.

Türkiye’nin siyasi gündemi, bir kez daha temel bir eksende sıkışmış durumda: Anayasa ve kimlik tartışmaları. “Yeni bir çözüm süreci” dayatması, anayasanın ilk maddelerinin değiştirilmesi talepleri ve “Türk” tanımının yeniden ele alınması önerileri… Peki, bu tartışmaları doğru bir zemine oturtmak için ne kadar geriye gitmemiz gerekiyor? Mesele, basit bir iç politik çekişme mi, yoksa ulus-devletlerin geleceğini hedef alan küresel bir stratejinin parçası mı?

YURTTAŞLIK BAĞI
Bu soruların yanıtı, imparatorlukların yıkılıp ulusdevletlerin kurulduğu o sancılı dönemin kodlarında saklıdır. Unutulmamalıdır ki Türkiye Cumhuriyeti, bir imparatorluğun küllerinden, o imparatorluğu yıkan en büyük zehir olan etnik milliyetçiliğin “panzehirini” bularak doğmuştur. Kurucu irade, Osmanlı’yı Balkanlar’dan Ortadoğu’ya parçalayan etnik ve dini temelli ayrılıkçılığın tuzağına düşmemek için bilinçli ve stratejik bir yol çizmiştir: Sivil milliyetçilik.

Mustafa Kemal Atatürk’ün o veciz ifadesi, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” bir ırkın veya etnik kökenin değil, bir kader birliğinin, bir siyasi projenin manifestosudur. Tıpkı Fransa’da yaşayan herkesin etnik kökenine bakılmaksızın “Fransız” olarak anılması veya Alman Anayasası’nın “Alman milleti” üzerine kurulu olması gibi, Türkiye de milleti, “yurttaşlık bağı” üzerine inşa etmiştir.

1924, 1961 ve 1982 anayasalarında kesintisiz bir şekilde devam eden “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” ilkesi, bu felsefenin hukuki mührüdür. “Türk” kelimesi burada, devletin kurucu ve hâkim unsurunun adını taşıyan, ancak tüm farklılıkları bu siyasi çatı altında birleştiren kapsayıcı bir üst kimliktir. Amaç, kan bağı değil, ortak yaşama iradesidir; Ernest Renan’ın deyişiyle, “her gün tekrarlanan bir plebisit”tir.

KİMLİK SİYASETİ VE JEOPOLİTİK SİLAH
Peki, bu sağlam ve kapsayıcı temel neden bugün sarsılmak isteniyor?

Çünkü etnik kimlikler ve farklılıklar, modern çağın en tehlikeli jeopolitik silahlarından birine dönüşmüştür. Rakip devletleri zayıflatmak, istikrarsızlaştırmak ve nihayetinde parçalamak isteyen güçler ve onların ardındaki küresel finans elitleri için bir ülkenin içindeki etnik fay hatları, en verimli operasyon alanlarıdır. Strateji basittir ama son derece yıkıcıdır:

1. Hoşnutsuzluğu körükleme: Hedef ülkedeki mevcut sosyal veya ekonomik sorunları etnik bir “ezilmişlik” anlatısına dönüştürülür. Yoğun propaganda ve dezenformasyon yoluyla, devlet ile belirli bir toplumsal grup arasında derin ve onarılamaz bir düşmanlık algısı yaratılır.

2. Vekiller yaratma: Bu anlatıyla mobilize edilen gruplar finanse edilir, eğitilir, silahlandırılır ve kendi stratejik hedefleri için birer “vekile” dönüştürülür. Bu, hibrit savaşın ta kendisidir.

3. Uluslararası baskı kurma: Hedef devlet, bir önceki adımda sözü edilen vekil terörüne karşı meşru müdafaa hakkını kullandığında, bu “devlet zulmü” olarak pazarlanır. Böylece hedefteki devlet uluslararası alanda yalnızlaştırılır.

YUGOSLAVYA ÖRNEĞİ
Bu senaryo size tanıdık geldi mi? Yugoslavya’nın kanlı dağılması, dış güçlerin ayrılıkçı cumhuriyetleri tanımasıyla başlamadı mı? Bu yakın tarihteki en bariz örnek değil mi?

Bugün Türkiye’de anayasal yurttaşlık tanımını hedef alan ve etnik temelli siyaseti meşrulaştırmaya çalışan her girişim, bilerek veya bilmeyerek, işte bu küresel istikrarsızlaştırma projesinin değirmenine su taşımaktadır. Amaç, Türkiye gibi jeopolitik bir kalede iç karışıklık yaratarak zayıf, yönetilebilir ve küresel finans elitinin çıkarlarına hizmet eden daha küçük devletçikler yaratmaktır.

Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin önündeki en büyük beka sorunu, içindeki farklılıkların varlığı değil, bu farklılıkların bir zenginlik ve birlik unsuru olmaktan çıkarılıp bir ayrışma silahı olarak kullanılmasına izin verilmesidir. Kurucu felsefemizin temeli olan sivil ulus ve anayasal yurttaşlık ilkesi, etnik bölücülüğe karşı en sağlam kalemizdir. Bu kaleyi içeriden zayıflatacak her türlü tartışma, yalnızca tarihi bir hata değil, aynı zamanda ülkenin geleceğine yönelik stratejik bir tehdittir.

Gazeteci, yazar Ömer Can Talu