Kurumumuz Üyesi Prof. Dr. Hikmet Sami Türk’ ün yazılı açıklaması :
“Lâik Türkiye Cumhuriyeti’nde şeyhlerin insanların inançları üzerinde etkili olduğu oluşumların yeri yoktur. Türkiye Cumhuriyeti, herkesin din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alan, Anayasa’mızın 136. maddesi uyarınca ‘lâiklik ilkesi doğrultusunda’ görev yapması gereken bir Diyanet İşleri Başkanlığı bulunan bir devlettir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Paşa, 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu’da şöyle konuşmuştu:
‘Bugün bilimin, fennin, bütün kapsamıyla uygarlığın yaydığı ışık karşısında filân veya falan şeyhin yol göstericiliğiyle maddî ve manevî mutluluk arayacak kadar ilkel insanların uygar Türk toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın buyurduğunu ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir.’
Anayasa’nın ‘İnkılâp kanunlarının korunması’ kenar başlıklı 174. maddesi, ‘Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden … inkılâp kanunlarının Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte [7.11.1982] yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz’ cümlesiyle başlar. Bu maddede kronolojik sırayla gösterilen 8 kanundan 3’üncüsü ve bugün de yürürlükte olan 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı –günümüz Türkçesiyle– Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Yasaklanmasına ve Kaldırılmasına Dair Kanun, 1. maddesinin ilk iki fıkrasında şu hükümlere yer vermektedir:
‘Türkiye Cumhuriyeti içinde gerek vakıf suretiyle, gerek mülk olarak şeyhinin tasarrufu altında, gerek başka şekilde kurulmuş bulunan bütün tekke ve zaviyeler, sahiplerinin diğer şekilde mülk edinme ve tasarruf hakkı baki kalmak üzere tümüyle kapatılmıştır. Bunlardan yasal usul çerçevesinde hâlen cami veya mescit olarak kullanılanlar bırakılır.
Genel olarak tarikatlarla şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların kullanılmasıyla bu unvanlara ait hizmet yapılması ve kisve giyilmesi yasaktır. … yukarıdaki unvanları taşıyanlar veya bunlara özgü hizmetleri yapan veya kıyafet giyen kimseler üç aydan eksik olmamak üzere hapis ve elli liradan aşağı olmamak üzere para cezası ile cezalandırırlar.’
Bu maddeye 10.6.1949 tarih ve 5438 sayılı Kanun’la aşağıdaki III. fıkra eklenmiştir:
‘Şeyhlik, babalık ve halifelik gibi mensupları arasında baş mevkiinde bulunanlar, altı aydan az olmamak üzere hapis ve 500 liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezasıyla cezalandırılırlar.’
Anılan hükümlerin amacı, Türk Milletinin Ulu Önder Atatürk’ün ‘Hayatta en gerçek yol gösterici, ispata dayalı bilimdir’ özdeyişi doğrultusunda çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesinin önündeki hurafelere ve din sömürüsüne dayalı engelleri ortadan kaldırmaktır. Bu engeller arasında yer alan ve günümüzde siyasette de etkili olan tarikatları bu açıdan değerlendirmek gerekir. Tarikat kavgaları, mensupları arasında bir güç mücadelesidir.”
(19.7.2022)