Ana SayfaArşivMakalelerSoma Maden Kazası Ve Devletin Sorumluluğu

Soma Maden Kazası Ve Devletin Sorumluluğu

Münci Özmen
Türk Hukuk Kurumu Başkan Yardımcısı

Soma maden kazasının henüz dumanı tütmekteyken, bir yandan madeni işletenlerin, diğer yandan devlet yetkililerinin, sorumluluğu üzerlerinden atma telaşına düştükleri üzüntüyle izlendi. Oysa, bu kaza ile ilgili sorumluluğun bir boyutunu madeni işletenlerin gerekli tedbirleri almamış olmalarından doğan cezai ve tazminata ilişkin sorumlulukları oluşturuyorsa, diğer boyutunu da, kömür madenindeki faaliyetin kamu görevlileri tarafından insan hayatına gereken özeni gösteren bir anlayışıyla denetlenmemiş olmasından doğan sorumluluk oluşturmaktadır. Burada, görevlilerin olası bireysel sorumlulukları dışında, devletin, denetim görevini gereği gibi yaptırmamış olmasından kaynaklanan sorumluluğu söz konusudur. Belirtelim ki, denetim, insan hayatının bu kadar tehlikede olduğu bir faaliyet alanıyla ilgili olarak yapılan kapsamlı bir düzenlemenin sadece bir bölümüdür ve düzenlemenin öngördüğü tedbirlerin uygulanması ile ilgilidir. Şayet, böyle kapsamlı bir düzenleme yoksa veya düzenleme var da, alınması gereken tedbirler eksik bırakılmış ise, denetim havada kalır ve bu defa devletin sorumluluğu, gerekli düzenlemeyi yapmamış ve tehlikeleri giderecek tedbirleri gösterip, bunların yerine getirilmesini zorunlu kılmamış olmasından kaynaklanır.
Soma maden kazasında madeni işletenler yargı organı önünde, yasaların kazayı önleyecek tedbirleri yeterli açıklıkta göstermediğini savunarak sorumluluklarını azaltmayı başarırlarsa, devletin sorumluluğu devreye girer ve yitirilen canların geride bıraktıklarının acısını hafifletecek ve geleceklerini güvence altına alacak tazminatların ödenmesini kapsar. Ancak, devletin sorumluluğunun gereği bundan ibaret değildir. Hukukun üstünlüğüne bağlı devletlerde insan haklarına dayalı sorumluluk, benzer kazaların tekrarını önleyecek her türlü yasal ve idari tedbirin alınmasını da gerekli kılar. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün, 1995 tarihli olan ve o tarihten bu yana Türkiye’nin onaylamadığı 176 sayılı “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”nin onaylanıp yürürlüğe konulması da bu gerekliliklerden biridir. “Kazaysa, kaza – parasını öder, geçerim ..” anlayışı, devletin insan haklarına dayalı sorumluluğu ile bağdaşmaz ve hukukun üstünlüğüne bağlı devletlerde benimsenmez.
Devletin sorumluluğu, hukukun üstünlüğüne bağlı olan devletlerin bir hukuk konusudur. Bu niteliği taşımayan rejimlerde, adı geçse de uygulaması yoktur. Hukukun üstünlüğüne bağlı devletlerde, devletin sorumluluğu siyasi iktidarların siyasi sorumluluklarından ayrılır ve öncelik taşır. Zira, siyasi sorumluluk, sonuçları bakımından siyasi iktidarların iktidarda kalış süreleri ile ilgilidir.

Devletin hukuk alanındaki sorumluluğu ise, ülkede geçerli insan hakları düzeyini ve yaşam kalitesini gösteren hukuk standartlarıyla ilgilidir. Bundan dolayı, hukukun üstünlüğüne bağlı devletlerde siyasi iktidarlar, söz konusu hukuk standartlarını gözetmeyi ve yükseltmeyi, hukukun gerektirdiği bir görev olarak bilirler.
Türkiye’nin de tam üye olarak aralarında bulunduğu, Avrupa Konseyi’ni oluşturan 47 devletin ortak hukuk standartlarını belirleyen AİHM’nin kararlarına baktığımızda, devletin yaşam hakkını tehdit eden açık ve yakın tehlikeleri önlemek için gerekli her türlü (yasal, idari, teknik) tedbiri almakla yükümlü (pozitif yükümlülük) tutulduğu görülmektedir. Kaza riskinin çok yüksek olduğu, devletin en yetkili ağızları tarafından belirtilen kömür madenciliği faaliyeti de, tam olarak bu yükümlülükle örtüşmektedir.
AİHM’nin, devletin tehlikeyi önlemeye yönelik tedbir alma yükümlülüğü ile ilgili ilkeleri ortaya koyan önemli kararları tarihlerine göre şöyle sıralanabilir: 1) İngiltere’nin Christmas Adası yakınlarında gerçekleştirdiği nükleer deneme sırasında radyasyona maruz kalan görevlinin kızının, lösemiye yakalanması konusunda 9.6.1998 tarihli L.C.B./İngiltere kararı, 2) öğretmenin öldürdüğü veli ve yaraladığı öğrenci konusunda 28.10.1998 tarihli Osman/İngiltere kararı, 3) Ümraniye’de çöp yığınının patlaması ve 9 kişinin ölmesi konusunda 30.11.2004 tarihli Öneryıldız/Türkiye –Büyük Daire- kararı, 4) bir grup genç tarafından dövülerek ve bıçaklanarak öldürülen Roman gençle ilgili 26.7.2007 tarihli Angelova ve Iliev/Bulgaristan kararı, 5) Pamukova tren istasyonunda, trenin yanlış kapısından inen iki kişinin yandan geçen trenin altında ezilerek ölmesi konusunda 15.12.2009 tarihli Kalender/Türkiye kararı, 6) İstanbul’da kar nedeniyle erken tatil edilen okuldan çıkan çocuğun, belediyenin servis aracının gelmemesi nedeniyle donarak ölmesi konusunda 10.4.2012 tarihli İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye kararı, 7) Elazığ’da okul önünde bıçaklanan çocukla ilgili 10.7.2012 tarihli Kayak/Türkiye kararı.
Bu kararlar arasında Öneryıldız/Türkiye kararı, AİHM Büyük Dairesi tarafından verilmiş olduğu için, diğerlerine göre daha önemlidir ve ancak Büyük Daire’nin başka bir kararıyla değiştirilebilir. Bu karar (71, 89-90. paragraflar), devletin insan hayatını korumak için gerekli ne tedbir varsa almakla yükümlü olduğunu ve bu yükümlülüğün, kamusal ve özel, bütün faaliyet alanlarını özellikle de kendinden tehlikeli olan sanayi faaliyetlerini kapsadığını vurgular. Karara göre devlet, gerekli tedbirleri yasama yoluyla veya idari yoldan alacaktır; tehlikeli faaliyetin ruhsatlandırılması, yapılandırılması, işletilmesi, güvenliği, denetimi ve işleticilerin gerekli güvenlik tedbirlerini almakla zorunlu kılınması devletin sorumluluğu altındadır. Tehlikeye maruz kalanların tehlike hakkında bilgilendirilmeleri, işletmedeki güvenlikle ilgili eksikliklerin ve işleticilerin

hatalarının belirlenmesi için uygun yöntemler geliştirilip uygulanması da bu sorumluluğa dahildir.
Siyasi yetkililerin, bazı AİHM kararları karşısında AİHM’nin “tarafsız olmadığını” ileri sürerek, bu kararların bağlayıcı olmadığını ve yerine getirilmeyeceğini, tazminatların da ödenmeyeceğini kamuoyuna açıkladıklarına tanık oluruz. Ancak, bir süre sonra söz konusu AİHM kararlarının –ister istemez- yerine getirildiğini, tazminatların da gecikme faizleriyle birlikte katlanarak ödendiğini görürüz. Ülkemizde yetkililerin, hukuk standartlarımızı AİHM standartlarına yaklaştırmakta istekli olmadıklarını biliriz fakat, aynı zamanda şunu da biliriz ki, AİHM bir ihlal kararı vermişse, ne kadar geciktirilirse geciktirilsin, sonunda o karar yerine getirilecektir. Bu nedenle, Soma maden kazasıyla ilgili olabilecek AİHM kararlarını hatırlatmakta yarar gördük. Dileyelim ki yetkililer, Soma benzeri başka kazaları önlemek için, bu kararları göz önünde bulundursunlar ve gerekli tedbirleri yeni felaketler yaşanmadan alsınlar.
Son bir hatırlatma: AİHM kararları uyarınca devletin, sorumluluğunu bir başkasına örneğin, taşerona veya “rödövans” (redevance) yönteminde kesenekçiye yani, “mültezime” devretmesi olanaklı değildir.