61 yıllık Baas rejimi ve 51 yıllık baba-oğul Esadlar yönetimi 8 Aralık’ta sona erdikten ya da erdirildikten bu yana bir hafta geçmedi. Beşşar Esad, tıpkı babası gibi Suriye halkının tepesinden inmek için demokratik seçime gerek duymadı. Yine babası Hafız Esad gibi halkının ensesinde yıllarca boza pişirdi; tam bir laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olmayı ülkesine çok gördü. Irak ve Libya liderleri gibi olmasa da tahtından inmek zorunda kaldı. Tek adam, giderken de tek adam olarak kaldı. Her ne olursa olsun O, Suriye’yi bugün düştüğü durumdan daha kötü olmayan bir konumda 12 yıl ayakta tutmak için kendince mücadele etti. Onun diktatörlüğü ayrı bir konu, Suriye’nin toprak ve millet bütünlüğünün üç-dört gün öncesine kadar korunmaya çalışılması ayrı bir konudur. Mesele, ne “kardeşim Esad’dır, ne de “katil Esed’dir. Bunların ötesinde, asıl sorun, Türkiye Cumhuriyeti için dünkü ve bugünkü Suriye’nin çok farklı olması ve bu farkın giderek ülkemizi ve milli bütünlüğümüzü tehdit eder hale gelmesidir. Bizi Esad’ın öyle veya böyle bir lider olması değil, Suriye’nin hali hazırda Türkiye’yi tehdit edecek şekilde parçalara bölünmesi ilgilendirmektedir ve bu bizim açımızdan çok ciddi bir meseledir.
BOP, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırtılmasıyla ivme kazanmış; Beşşar Esad’ın Suriye’den kaçmasıyla kör göze parmak misali daha görünür olmuştur. ABD ve İsrail İngiliz aklıyla Büyük Ortadoğu Projesi’ni şimdi koşar adım uygulamaya başlamıştır. YPG/PKK ve HTŞ, bu projenin taşeronları olarak sahada boy göstermekte; her biri projede kendisine verilen misyonu kılıfına bile uydurma gereği duymadan yerine getirmektedir. Özellikle İslam dünyasını mezhep, etnik grup veya dinsel farklıları kışkırtarak bölen; her böldüğünü birbiriyle savaştıran ve kendi dindaşını yine din adına boğazlamayı “Allahu Ekber” nidalarıyla kutsayan cahil ve acımasız gruplar yaratan proje sahipleri ne yaptıklarını çok iyi biliyor. Şam’a kadar cihat naralarıyla ilerleyen çeşitli cihatçı-selefi gruplar cahil kitlelerden oluşuyor. Cahil ve bilinçsiz kitleler bu projeden milim sapmadan görevlerini hakkıyla yapıyor. Taptıkları güç odağı, söylemde Tanrı ama eylemde görev aldıkları güçlerdir. Dindarlık, Tanrısal güce sığınmaya yazgılı kitleleri, bilim ve teknoloji gücünü elinde bulunduran işgalcilere bağımlı hale getirmenin ifadesi oldu. “Durdurun bu teröristi” afişiyle kellesine 10 milyon dolarlık ödül konulan al-Colani, Biden-Trump başkanlık değişiminin lütfettiği geçiş süreciyle parlatılmaya başladı. Çok geçmeden ‘kahraman’ ilan edileceği kuvvetle olasıdır. Öyle ya, emperyalizm için ne kadar kullanışlı olduğunuz önemlidir. Kullanım süresi dolduğunda kendi elleriyle yarattıkları Bağdadi, Saddam, Üsame b. Ladin’i ortadan kaldırmışlardı. Aynı akıbet, kim bilir al-Colani ve YPG/PKK liderlerini de bekliyor olabilir.
Din ve etnik kökenden meşruiyet devşiren hiçbir yapı ayakta duramayacaktır. PKK/YPG bu projede “pasif bir Nazizm’ sergilemekte; Kürtler adına terör estirmekte ve Kürtler adına kürt ırkçılığını faşist bir propaganda aracı olarak kullanmaktadır. Arkalarında duran ABD, Türkiye’yi terör gruplarıyla masaya oturmaya iknaya zorlamakta; onların hamiliğine soyunmaktan vazgeçmemektedir. Hıristiyanlık ve İslam diniyle aynı Semitik kaynağın başını çeken Yahudilik 1897 itibarıyla artık siyasal bir dincilik olarak ortaya çıkmış; Birinci Siyonizm Kongresi İsviçre’nin Basel şehrinde toplanarak bu siyasal dincilik Siyonizm adını almıştır. 1896’da gazeteci Theodor Herlz “Der Judenstaat” yani Yahudi Devleti adlı bir kitap yayınlamıştı ve kongrede bu kitaptaki fikirler tartışıldı. Herlz, Viyanalı bir Yahudi’ydi. Yahudiler’in kendi devletini kurmasını savunuyordu. Özellikle Avrupa’daki Yahudi düşmanlığına karşı bu fikri geliştirmişti.
Yahudilere baskı ve zulmü Avrupa uyguladığı halde, bunun acısını Ortadoğu’dan çıkarmaları için onları kışkırtan yine Avrupa ve ABD oldu. İslam dünyası Yahudilere tarih boyunca baskı uygulamadığı halde, başkalarının yaptığı zulmün faturasını öderken hala uyanmış görünmüyor. Öyle ki İsrail Suriye’yi engelsiz zahmetsiz işgale girişerek şimdi sınırımızdaki Kamışlı’ya kadar ilerlemiş bulunmaktadır. Başta Arap dünyası ve Türkiye’deki aymaz bir kesim, Esad’a kızıp koskoca Suriye’nin yanışına alkış tutuyor. Şam’da “İslam devleti” kuracağız” sloganıyla yeri göğü inleten cihatçı gruplar, İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinden beri Gazze’de uyguladığı katliam karşısında çıldırtıcı sessizliğe bürünmüşlerdi. Şimdi de Kamışlı’ya dayanan İsrail’den rahatsız olmamaları şaşırtıcı olmasa gerek. Bunun nedeni, cihatçı grupların İsrail’in içinde bulunduğu koalisyonun doğal parçası olmasıdır. Bu koalisyonda PKK/YPG doğal üye olarak yerini almıştır.
Tüm bunlara karşın, Suriye çoğunluğu Müslüman olan nüfusun yaşadığı bir Arap İslam coğrafyası olarak şu an haraç mezat işgal edilmekte ve etnik-mezhepçi gruplar tarafından yağmalanmaktadır. Bu yağmayı zafer diye manşetlere taşıyan düşünme özürlü bir kısım medyamıza ne demeli? Sloganlar ve uydurulmuş semboller, içi boşaltılmış İslam’ı siyasal İslamcılık olarak yeniden üretmektedir. “İslam devleti”, “Şeriat devleti” sloganları, dinsel ve tarihsel hiçbir içeriği olmasa da sanal sembolizmle cahil kitleleri sürükleyebilmektedir. Afganistan’ın defalarca iflası, defalarca işgali ve hal-i pür melali hiç ders olmuşa benzemiyor. Batı, İslam dünyasıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Bütün bir İslam dünyasının aklıyla alay ediyorlar. Ancak Türk Milleti Cumhuriyet aklıyla bu oyunları bozacaktır.
Türkiye, Atatürk ilke ve devrimlerinin ruhundan, Cumhuriyet rejiminin erdeminden, laik hukuk devleti olmaktan uzaklaştıkça, bu emperyalist oyunun nesnesi olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.
Eğer şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti, Ortadoğu’daki bu mezhep, din ve ırk ayrışmalarından doğan karmaşanın içinde kalmamak için direniyorsa bu, Türk halkının laik Cumhuriyet’e ve Atatürk’ün maddi manevi mirasına hala sahip çıkma kararlığından dolayıdır. Bugün Cumhuriyetimizi daha kararlılıkla, daha azimle ve inançla savunmakla kendimizi görevli bilmeliyiz. Çünkü İsrail ve terör grupları sınırlarımıza gelip dayanmıştır. Mesele Esad rejiminin son bulmasından daha fazlasıdır.
İçeride tarikat ve cemaatler, FETÖ ve PKK yanlısı ırkçı-dinci bölücüler, Suriye’de olup bitenleri alkışlarken, BOP’un emrinde Şeriat Devleti hayali için laik, sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyet’in yıkılmasını, gerekirse Türkiye’nin baştan başa çökertilmesini imanlarının gereği gibi açıktan savunmaktadırlar. Onlara göre Cumhuriyet, önlerindeki en büyük engeldir. Akıllarını peynir ekmekle yiyen bu cahil güruh, Türkiye Cumhuriyeti’nde özgür, eşit, medeni, çağdaş ve insan gibi bir yaşam sürmek yerine, BOP’un top gibi oynadığı, istediğinde birbirine kırdırdığı gladyatörlüğü Müslümanlık sanıyor. “Huzur İslam’da”, diyorlar; evet, içtenlikle inanıp halisane ibadet eden kişi için huzur İslam’da olabilir. Ancak bunların İslam’ı, başkalarının İslam’ını ortadan kaldırmaktan ibarettir. Herkes kendine Müslüman olduğu için Ortadoğu’da hiçbir Müslüman grup, diğer bir Müslüman grubu kendinden saymaz, çünkü emperyalizm herkese farklı farklı “İslam” lar uygun görmüş, başlarına da cihatçıları bekçi dikmiştir.
25 Arap ülkesi var ve hepsi Arapça konuşur. Ama hiçbirinde demokrasi, insan hakları, laiklik, özgürlük ve insanca yaşama hakkı yoktur. Kadınlar için hepsi de açık hapishanedir Hepsi sözüm ona şeriatla yönetilir; sporda, sanatta, bilimde, markalaşmada, uluslararası ekonomide yokturlar. Hiçbirinde özgür muhalefet ve özgür basın yok. 57 İslam ülkesinde üniversite sayısı 500’ü geçmez, ama sadece ABD’de 6000’e yakın üniversite var. Neredeyse hepsinde kan, gözyaşı, yokluk, çaresizlik ve güçsüzlük egemendir. Arapça konuşan ve Müslüman Yemen’i, çoluk çocuk demeden Arabistan, Mısır ve Ürdün hala bombalamakta…Gazze katliamı hiç mi hiç umurlarında değil.
Peki bütün bunların sebebi, laik ve demokratik Cumhuriyet olmaları mıdır? Sosyal hukuk devleti oldukları için mi bu haldeler? Atatürk, “Batı uygarlığını aşan daha ileri uygarlık hedefi göstermişken, bu ülkelerin hedefi, İslam’ı tanınmaz hale getirip siyasallaştırmaktan başka nedir?
Cumhuriyetimiz ne Doğu’yu ne de Batı’yı nihai amaç olarak görür. Doğu’nun etnik ve mezhepsel kavgalarından, Batı’nın sömürgeci tahakkümüne dirençli, tam bağımsız, Türk insanının özgür bir birey olarak insanca yaşamasını sağlayan üçüncü bir yol çizmiştir. Bu yol, Türk milletinin Cumhuriyet ideali ve erdemiyle Anadolu’da sonsuza dek başı dik, uygar ve özgürce yaşaması için uygarlıklar üstü bir kılavuzdur. Hiçbir etnik köken, din ya da mezhep, Cumhuriyetimizin meşruiyetini ve dayanağını teşkil etmez. Onun dayanağı adalet, liyakat, eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve bağımsızlıktır. Kimse ırkından imtiyazlı ya da sakıncalı olamaz. Türklük, bütün dinsel ve etnik farklılıkları birbirine rapteden tarihsel, kültürel ve medeni bir birikimin adıdır. Cumhuriyet Türklük, Türklük Cumhuriyet’tir. Türklük, bir ırk olmanın ötesinde ve ondan daha fazlasıdır. Onun için doğrudan devleti yıkmaya çalışmak yerine Atatürk’e ve Türklüğe saldırılması boşuna değildir. Türklük dışında hiçbir kimlik, Anadolu’da tam bağımsız bir Cumhuriyet’i ve 85 milyonluk dev bir milleti temsile tarihsel, kültürel ve medeniyet birikimi bakımından yetmez.
İlk dört madde, 66. Madde bu gerçeğin hukuk formundaki ifadesidir.
Ortadoğu’da hepimizin yakından izlediği kaygı verici gelişmeler, yine ve yeniden tek çıkış yolumuzun laik Cumhuriyet olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.