AKP’nin önerdiği başkanlık sistemi,
“Başkancı sistem”e yol açacak
20.12.2015 02:36
Nurzen Amuran: Sayın Kanadoğlu,sizinle Hükümet programında yer alan bazı konuları hukuksal boyutta değerlendirelim ve Başkanlık sistemi üzerinde duralım diyorum. Hükümet programında öncelikle iki nokta üzerinde durulmuş: “İnsan onurunu zedeleyen hiçbir uygulama ve politikanın meşru gösterilemeyeceği”, ikincisi de “eşit vatandaşlık ilkesinin hiçbir gerekçe ile zayıflatılamayacağı”. Şu andaki yasal mevzuat insan onurunun zedelenmesine yol açan ve eşit vatandaşlık ilkesini koruyamayan zayıf düzenlemelere mi sahiptir ?
Sabih Kanadoğlu: İnsan onuru en üstün hukuksal değer olarak, tüm hak ve özgürlüklerin kaynağını oluşturmaktadır. Bu nedenle temel ilke 1949 Alman Anayasasının ilk maddesinde yer almıştır.“İnsanlık onuru dokunulmazdır. Her tür devlet erki insanlık onuruna saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür.” Almanya, böylece Nazi döneminde hukukun yozlaştırılmasına karşı güçlü bir yanıt vermekte ve Anayasal önlemini almaktadır. Ülkemizde de bireyi hukukun öznesi olmaktan çıkarıp nesnesi haline getiren uygulamalara karşı, insan onuru ilkesi bir temel hak olarak pozitif Anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır.
Bununla birlikte eşitlik ilkesine aykırı biçimde cinsiyet ve mezhebe dayalı ayrımcılığa yol açan düzenlemeler de kaldırılmalıdır. Bu bağlamda kadınların eşit konumlarını sağlayacak hukuksal önlemler alınmalı, tek bir mezhebe dayalı zorunlu din derslerine son verilmelidir. Ayrıca, Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığıyla bağdaşmayan faaliyetleriyle, seçimlerde partiler arası şans eşitliğini ihlal etmesi Anayasa hükümleriyle önlenmelidir.
KATILIMCILIK VE ÇOĞULCULUĞUN ÖNÜNDEKİ ENGELLER YÜRÜRLÜKTE OLAN SİYASİ PARTİLER VE SEÇİM KANUNLARINDAN KAYNAKLANMAKTADIR
-Hükümet programında ulaşılması istenilen hedef şöyle kaleme alınmış: “Ülkenin, katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü demokratik ve sivil bir anayasa ile yönetilmesini sağlamaktır.” Mevcut Anayasa yapılan tüm değişiklikler göz önüne alınırsa, sözü edilen hangi özelliği içermiyor?
Hükümet programında konulan bu hedefin, Anayasanın içeriğine mi yoksa yapım usulüne mi ilişkin olduğu açık ve net değildir.Özgürlükçü demokrasi, Anayasanın 2.maddesinde zaten değiştirilmez bir ilke olarak varlığını sürdürmektedir. Katılımcılık ve çoğulculuğun önündeki engeller ise 12 Eylül askerî rejiminden kalan ve bugün de yürürlükte olan siyasî partiler ve seçim kanunlarından kaynaklanmaktadır. Parti yapılarının otoriterleşmesine ve farklı siyasal iradenin oluşumuna katılamamasına yol açan bu düzenlemeler, Anayasa değil yasa ile değiştirilebilir.
Değinilmesi gereken bir diğer noktada sivil Anayasa tabiridir. Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’in de haklı olarak işaret ettiği gibi “sivil”in karşıt anlamlısı “asker” değil “siyasal”dır. Örneğin sivil toplum terimi, toplumun siyasal olmayan, siyasetle yönetimin kısaca devletin dışında kalan bölümünü anlatmak için kullanılmaktadır. Bu durumda, yapılmak istenen Anayasanın bu Meclis yapısı gözetildiğinde, ne ölçüde sivil bir toplumun eseri olacağı da ayrı bir soru işaretidir. Eğer halkoylamasının bu sorunun çözümünde kullanılacak bir araç olduğu ileri sürülürse, Anayasa değişiklikleri için bu ana kadar yapılan çok sayıda halkoylamasının, mevcut Anayasanın demokratik meşruluğunu çoktan sağladığını da rahatlıkla söylemek mümkündür.
-Deniliyor ki, “Kamu düzenini tahkim ederek özgürlük güvenlik dengesini kurmak mutlak gerekliliktir.” “özgürlük ve güvenlik kavramlarını birbirlerinin karşıtı değil, tamamlayıcı unsurları olarak” değerlendirilmesi demokrasinin işlerliğindeki güce bağlı değil mi? Bu hassas noktada uygulamada şimdiye kadar başarı gösterildi mi, ne dersiniz?
Özgürlüklerin sınırlanması için Anayasada öngörülen özel sınırlama nedenlerinden biri de “kamu düzeni”dir. Kullanılan bu ifadeyle özgürlük karşısına, katmerli bir şekilde hem kamu düzeni hem de güvenliği çıkarılmaktadır. Oysa hangi özgürlükten söz ediliyorsa, o özgürlüğün kendine özgü niteliği gözetilerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile paralel hükümler getiren Anayasa’nın, özgürlükler rejimine ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde bir düzenleme ve uygulama gerekmektedir. Uzun süredir Anayasa Mahkemesi’nin gündeminde olan ve henüz bir karara bağlanmayan tartışmalı İç Güvenlik Kanunu’na dayalı uygulamalar ve kanunî hakim ilkesiyle çelişen Sulh Ceza Hâkimliklerince verilen tutuklama kararları gözönünde bulundurulunca özgürlük ve güvenlik arasındaki hassas dengenin kurulamadığı gerçeği açıkça ortaya çıkmaktadır.
TEK BİR ÖRNEK AKP İKTİDARININ ŞEFFAFLIKTAN NE KADAR UZAK OLDUĞUNU ORTAYA KOYUYOR
-“Şeffaflık ve hesap verilebilirlilik” yeni hükümet programında önem verilen iki temel unsur. Özellikle hesap verilebilirlilik,mevzuatımızın ekseninde olan bir konu. şeffaflığın ve hesap verebilirliğin esas alındığı bir yönetim bakışının siyasi İktidarın bugüne kadar uygulamalarından yola çıkarsak ülkemizde yerleşebileceğine inanıyor musunuz?
Sadece tek bir örnek, AKP iktidarının şeffaflık ve hesap verilebilirlilikten ne denli uzak olduğunu göstermektedir. 2013 yılı bütçesi görüşülürken 3 temel denetim raporu TBMM’ye gelmediğinden, Milletvekilleri kamu harcamalarının sağlıklı yapılıp yapılmadığını öğrenememişlerdir.
SİYASİ AKTÖRLERİ HUKUKUN SINIRLARI İÇİNE ÇEKECEK OLAN YARGIDIR
-Sık sık dile getirilen demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün kökleşmesi önce siyasi karar mekanizmalarının bakışını değiştirmesiyle mümkün değil midir,yasalar ne derece etkili olabilir ki?
Öncelikle, toplumun demokrasiyi özümsemesine ve içselleştirmesine çalışılmalıdır. Demokratik ve özgürlükçü yasalar insan haklarının korunması için gereklidir, fakat yeterli değildir. Siyasî aktörleri hukukun sınırları içine çekecek olan yargıdır. Yargının bu işlevi yerine getirebilmesi ise yürütmeden bağımsız olmasına bağlıdır.
-Anayasa, TBMM’ye yalnızca yürürlükteki Anayasa’da değişiklik yapma yetkisi vermiş. O da çeşitli koşullara ve sınırlamalara bağlanmıştır. “Kaynağını Anayasadan almayan bir yetkiyi Meclisin kullanmasının” sonuçları nelerdir?
Anayasanın 6.maddesine göre “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamaz.” Anayasa Mahkemesinin 1961 Anayasası’ndan beri süreklilik kazanan içtihadına göre TBMM kendiliğinden aslî kurucu iktidar faaliyeti anlamında, Anayasa koyan ya da ortadan kaldıran bir Meclis haline gelemeyecektir.
ANAYASANIN 4.MADDESİ İLK ÜÇ MADDENİN GÜVENCESİ OLMASI NİTELİĞİ İTİBARİYLE DEĞİŞTİRİLEMEZLİK ÖZELLİĞİNE SAHİPTİR
-Amaçlanan düzenlemelerde en duyarlı olan nokta, Anayasa’nın 4.maddesinin değiştirilmesi olduğu söyleniyor: Maddeye göre, “Anayasanın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez.”cümlesidir.Acaba yeni Anayasa özlemi bu dördüncü maddenin değiştirilmesine mi bağlıdır?
Anayasanın ilk üç maddesi ile koruma altına alınmış bulunan ilke ve kurumların değiştirilmesine yönelik Anayasa değişikliği teklif edilemiyeceği gibi bunu düzenleyen 4.madde ilk üç maddenin güvencesi olması niteliği itibariyle değiştirilemezlik özelliğine sahiptir.
-Hükümet programında, hazırlanacak yeni Anayasa ile “toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı” bir siyasal sisteme geçileceği vurgulanıyor.Sizce ”Toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlanması”nı nasıl yorumlamak gerekir?
Siyasal sistemlerin tasnifi, yasama ve yürütme arasındaki ilişkiler esas alınarak yapılır. Bu tasnif, kuvvetlerin yatay ayrımını esas alır. Toplumsal farklılıkların siyasal temsili ifadesi ise doğrudan belirli toplumsal kesimlerin ulus altı birimler olarak devlet yetkilerinin kullanımına katılımını çağrıştırır. Bu ise kuvvetlerin dikey ayrımıdır ve federalizme denk düşer.
-Verdiğiniz yanıtlar çerçevesinde soruyorum:Biraz önce dile getirdiğim açıklamanın devamında “ademi merkeziyetçi bir idare sisteminin güçlendirilmesi” isteniliyor.Bu iki farklı söylem nasıl bütünleşecek?
Bu istemde daha yumuşak bir söylemle aynı noktaya yönelmektedir.
ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE DAYALI VATANDAŞLIK KAVRAMI ETNİK BİR MİLLİYETÇİLİĞE İNDİRGENEMEZ
-Hükümet programında dile getirilen vatandaşlık tanımında özellikler şöyle anlatılmış “Yeni anayasa, milletimizin kültürel ve toplumsal çeşitliliğini tanıyan, herhangi bir etnik veya dini kimliğe referans yapmayan bir vatandaşlık tanımını esas alacaktır.” Bugünkü Anayasamıza göre bu vatandaşlık tanımı bu özelliklerin hangisini içermiyor? Böyle genişletilen bir tanım ne gibi riskler yaratır?
Belirtmek gerekir ki, hukukî bir statüyü ifade eden vatandaşlık, sosyolojik anlamda ulus ile özdeş değildir. Kültürel ve toplumsal çeşitlilik ise sosyolojik bir yaklaşımı ifade etmektedir. Atatürk milliyetçiliğine dayalı vatandaşlık kavramı bu bağlamda etnik bir milliyetçiliğe indirgenemez. Bu ilke, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının aynı hukuka ırk, din, dil v.s. ayrımı olmaksızın eşit şekilde tabî olması demektir.
-AKP’li yetkililer önerdikleri Başkanlık sisteminin “rejim değişikliğine yol açmayacağını sadece yönetim şeklinin değiştirilmesi” olduğunu iddia ediyorlar. Sistem değişikliğinin hükümet programında bir yönetim modeli olduğu vurgulanmış. Sizce hangi terim hukuki açıdan doğrudur?
Başkanlık sistemi de tıpkı parlamenter ve yarı başkanlık sistemleri gibi bir siyasal rejimdir ve siyasal rejimde yapılacak bir değişiklik de kuşkusuz rejim değişikliğine yol açacaktır. Siyasî iktidar, rejim kavramını tamamen dar anlamda (muhtemelen monarşi/Cumhuriyet ayrımına indirgenerek) kullanarak konuyu saptırmaya çalışmaktadır.
AKP ÖNERİSİNDE TEK TARAFLI OLARAK BAŞKAN GÜÇLENDİRİLMEKTEDİR
-Şimdide önerilen başkanlık sistemindeki bazı ayrıntıları değerlendirelim: Tek meclis var.Halkın seçtiği başkan tek başına Meclis dışında kendi tercih ettiği kişileri Bakanlar kurulu’na atayacak. Meclisin Bakanlar Kurulu ile ilgili soruşturma ve gensoru yetkisi yok..Yasama yürütme arasındaki denge bu şekilde zayıflatılmıyor mu? Erkler arasında fren ve denetim mekanizmaları nasıl oluşacak?
Başkanlık sistemi de kuşkusuz bir siyasal rejimdir. Ancak tek demokratik örneği ABD’de saptanan başarısı üç temel ilkeye dayanmaktadır. 1- Katı ve sert kuvvetler ayrılığı ile aralarındaki fren ve denge sistemi. 2- Zayıf bir parti disiplini. 3- Bağımsız yargı. Bu sistemde, yürütme tek başına Başkanla temsil edilmekte, Başkanın sekreteri konumundaki Bakanlar, Başkan tarafından atanmaktadır. Ancak tıpkı diğer yüksek bürokratlar, büyükelçiler ve yüksek mahkeme yargıçlarının atanması gibi bu bakan atamaları da kongrede “hearing” denilen ve çeşitli konulara ilişkin bilgilerinin ve yetkinliklerinin sorgulandığı ciddi bir süreçten geçmektedir.
Ayrıca AKP önerisinde başkana tanınan fesih yetkisiyle, yasama organına bir karşı yetki verilmeden, tek taraflı olarak başkan güçlendirilmektedir. Bu ise seçilmiş ve temsil kabiliyeti daha yüksek yasama organını etkisizleştirme amacına hizmet edecektir.
BU TASLAĞIN AMACI YASAMA ORGANINI SINIRLI BİR ALANA İNDİRGEYEREK TÜM İKTİDARI BAŞKANA DEVRETMEKTİR
-Biz yıllarca kararname çıkarmanın yürütmenin yasamaya müdahalesi olduğunu, meclisi saf dışı bıraktığını söylemiştik. “Meclise olan güveni azaltır” demiştik.Meclisin kararnameleri onaylamasını bile yeterli görmemiştik.Oysa şu anda önerilen Başkana verilen kararname yetkisinin Meclis’i daha da zayıflatacağı ve önemsizleştireceğidir..Bu halk iradesine ipotek koymak değil midir?
AKP’nin Anayasa taslağında yer aldığı söylenen Başkana verilen kararname çıkarma yetkisi ABD Başkanlık sisteminde yoktur. Bu yetki Latin Amerika tipi Başkancı sistemlerde görülmektedir.
1982 Anayasasının 91.maddesinde belirtildiği gibi kanun hükmünde kararnamelerin çıkarılması için gerekli olan yetki kanununda kapsam, süre ve ilkelerin açıkça ortaya konulması şarttır. Anayasa Mahkemesi 12 Eylül 2010 halkoylamasıyla yapısı değişene kadar 91.maddedeki sayılan ilkelere önemlilik ve ivedilik gibi başka kriterler de ekleyerek yürütmenin kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini sınırlama yönünde bir tutum içindeydi. Erklerin işbirliğini öngören parlamenter rejimde bile yürütmenin KHK çıkarma yetkisi bu denli zorlaştırılmışken, kuvvetlerin sert biçimde ayrıldığı Başkanlık sisteminde Başkana böyle bir yetki verilmesi denge ve kontrol mekanizmalarına ilişkin evrensel ilke ve gerçeklerle bağdaşmamaktadır.O halde bu taslağın temel amacı, yasama organını sınırlı bir alana indirgeyerek tüm iktidarı Başkana devretmektir.
-Başkan’ın yetkileri tartışılırken ABD örneğinden yola çıkılarak üst düzeydeki yetkililerin atanmasında tek yetkili, başkan olacağı belirtilmiştir. Sizin de biraz önce değindiğiniz gibi ABD’de Başkan’ın önerdiği kişi için kongredeki bir komisyon devreye girmekte ve onların değerlendirmesiyle oy birliği koşuluyla kişi istenilen makama atanmakta.Tek kişinin tercihi demokrasilerde sıkıntılara yol açmaz mı?
AKP taslağında yer alan öneri, demokratik bir başkanlık sistemiyle ne denli bağdaşmaz olduğunun kanıtıdır. “Hearing” diye adlandırılan ve komisyonlarda uygulanan bu usul ve sonunda Senato’da aranan 2/3 çoğunluk kararı, ABD sisteminin başarı ile yürütülmesini sağlayan etkenlerden sadece birisidir.
-AKP’nin önerdiği sistemde Başkanlık ve Meclis seçimleri aynı günde yapılıyor. Başkanlık seçiminde farklı düşünceler olabilir Keza Mecliste de. Aynı gün seçim yapılmasının sakıncaları neler olabilir?
Önerilen, her şeyden önce amacın kuvvetler ayrılığını sağlamaya yönelik, demokratik bir Başkanlık sistemi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Başkanlık ve Meclis seçimlerinin aynı gün yapılması, doğal olarak seçimlere ve aday belirleme sürecine Başkanın damga vurmasını ve seçilen Meclis’in Başkandan bağımsız hareket edememesi sonucunu doğuracaktır. Oysa, ABD örneğinde kongre seçimleri belirli sürelerde yenilenerek Başkanın partisi ile kongredeki çoğunluk partisinin farklılaşması bugün olduğu gibi çok sık rastlanan bir durumdur. ABD’de rejimin işlemesini sağlayan iki partili sistem ve bu iki partinin Genel Başkan sultası ve sıkı bir parti disiplini dışında serbest partiler olmasıdır.
-Yapılması düşünülen değişikliklerden biri de HSYK seçimleri. “HSYK ikiye bölünecek ve üyeler Meclis tarafından seçilecek.”deniliyor. Yargının siyasetle bağlantısı farklı bir boyutta güçlendirilmiş olmuyor mu?
Yargı üst organlarının, parlamento tarafından seçilmesinin, birçok demokratik ülkede yaygın olduğu, istem doğrultusunda söylenmektedir. Demokrasinin bütün kural ve kurumlarıyla geçerli ve yargının bağımsız olduğu ülkelerde bu sistem olumlu sonuç verebilir. Ancak burada dahi belirleyici ölçüt, üye seçiminin parlamentonun nitelikli çoğunluğu ile yapılacak olmasıdır. Aksi takdirde tek bir siyasal partinin kendi çoğunluğu ile seçtiği üyelerce yahut RTÜK modeli esas alınarak oluşturulan bir HSYK’nın, bağımsız şekilde görev yapabilmesi mümkün değildir.
ANAYASA MAHKEMESİ’NE BİREYSEL BAŞVURU YAPILMASININ ZORLAŞTIRILMASI, HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜNE DARBE VURUR
-Başbakan Türkiye’de bir yargı problemi olduğunu kabul ediyor. AKP iktidarı süresince yargı düzenlemeleri yalnız yargıya güveni değil yargıya duyulan saygıyı da azalttı. Yapılması öngörülen yargı reformu sizce Başkanlık sistemiyle birlikte bağımsızlığını koruyabilir mi?
Yargı reformu ile getirilmek istenenlerin ve bugüne kadar yapılanların, gerçek anlamda yargıyı iyileştirmeye yönelik düzenlemeler olup olmadığını irdelemek gerekmektedir, 2010 Anayasa değişikliği sürecinde olduğu gibi reform adı altında bağımsız yargıyı ortadan kaldıracak, yargının etkinliğini azaltacak düzenlemeler ortaya konulursa, halen tüm toplum kesimleri tarafından varlığı kabul edilen yargı problemi daha da içinden çıkılmaz bir sorun olacaktır. Bu bağlamda AKP’nin seçim beyannamesinde yer alan “Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Yapılmasının Zorlaştırılması” ya da “Adlî-idarî yargı ayrılığının kaldırılması” gibi öneriler sadece yargıyı zayıflatmakla kalmaz, vatandaşın hak arama özgürlüğüne de meşru sayılmayacak müdahalelerde bulunulmasının önünü açar. Bu değişiklikte tamamen Başkan’ın tek başına, liyakat gözetmeksizin yapacağı atamalarla, yargı erkinin bağımsız ve etkin biçimde görev yapması olanaksız hale gelecektir.
ÖNERİLEN TÜRDE BAŞKANLIK SİSTEMİ, BAŞKANIN KİŞİSEL İKTİDARININ HAKİM OLDUĞU BİR SİSTEME YOL AÇACAK
–Türkiye’nin başkanlık sisteminden ziyade neden hak ve özgürlüklerin daha da güçlendiği demokratik parlamenter sisteme bugünkü koşullar içinde daha fazla ihtiyacı var?
Başkanlık modeli, kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği bir rejim olarak, çoğulcu değil, çoğunlukçu demokrasi anlayışına daha yakın ve yatkındır. Oysa Türkiye, ideolojik ayrılıkların derinleştiği, kutuplaşmış bir ülke olarak, başkanlık rejiminin ihtiyaç duyduğu siyasal ve kültürel alt yapıya sahip değildir. Parti sistemimiz ise parlamenter hükümet modelinin gerektirdiği 139 yıllık deneyimle kazanılan disiplinli, pragmatik ve dayanışmacı özelliklere sahiptir. Buna rağmen önerilen türde bir başkanlık sistemi, örneklerine Latin Amerika ve Afrika ile benzerlerinde rastlanan yozlaşmış ve Başkanın kişisel iktidarının hakim olduğu, anti demokratik bir Başkancı sisteme yol açacaktır.
-Biraz önce değindiniz ama biraz daha açalım: Bir öneri de Yargıtay ve Danıştay’ın tek çatı altında toplanması…Bu öneriyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yüksek Mahkemelerin “örneğin Yargıtay ve Danıştay’ın” tek çatı altında toplanması, ancak demokratik, kuvvetler ayrılığının etkin bir biçimde uygulandığı, yargısının bağımsız olduğu, “Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığı” temel ilkeleri ile Avrupa Konseyi bünyesinde yapılandırılan Avrupa Hâkimler Danışma Konseyi’nin 10/2007 sayılı görüşünün ve Venedik Komisyonu’nun aynı tarihli raporunun itibar gördüğü bir hukuk devletinde düşünülebilir. Aksi halde amaçlanan, yürütmenin ve giderek yasama ve yürütmeye de egemen tek kişinin iradesine bağlı kılmak sonucunu gerçekleştirmektir. Hukuk devleti ilkesinin güvencesi yargı bağımsızlığına inanan her hukukçu ve yurttaş, siyasî iktidarın “Mini Anayasa Paketi” adı altında önerdiği ve tümü ile Anayasa’ya “2.madde de yer alan değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez demokratik hukuk devleti ilkesine” aykırı bu düzenlemeye karşı çıkmalıdır.
HALK BU SİSTEME HAYIR DİYECEKTİR
-Başkanlık sistemini içeren Yeni Anayasa için referanduma gidilirse halk tarafından desteklenir mi ne dersiniz?
Siyasi iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın fiilî bir “Başkanlık Sistemi Kampanyası” başlattığı bu süreçte, siyasal ve toplumsal muhalefeti oluşturan kurum, kuruluş ve kişilerin, getirilmek istenen antidemokratik Başkanlık sisteminin tehlikelerini, etkin bir ortak ve etkin karşı çalışmayla anlatmaları koşulu ile halkın bu sisteme hayır diyeceği kanısındayım. Türkiye’nin yönetim sisteminin değiştiği iddia ve tespitinin ve bu fiilî durumun hukukî çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi isteğinin Anayasa dışına çıkan uygulamaları, özellikle bir yılda, Türkiye’yi dış politikada, ekonomide, iç ve dış güvenlik konusunda hangi noktaya getirdiğini halka anlatmak zor olmasa gerek.
Değerlendirmeleriniz için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
Nurzen Amuran
Odatv.com