Meskûn Mahalde Muharebe Ve İnsancıl Hukuk:
İsrail-Hizbullah Çatışması Kapsamında Kısa Bir Değerlendirme[1]
“Savaş planlandığı gibi gidebilecek en son şeydir”
Thucydides
Ar. Gör. Bleda R. KURTDARCAN[2]
12 Temmuz 2006 günü Hizbullah terör örgütünün 2 İsrailli askeri kaçırması neticesi bu askerlerin kurtarılması ve Hizbullah’ı İsrail’i saldırıları ile tehdit eden bir örgüt olmaktan çıkarmak amacına yönelik Tsahal (İsrail Savunma Kuvvetleri) tarafından girişilen Yaz Yağmuru Operasyonu’nun 4. haftasına girildiği bu satırların yazıldığı günlerde, bu çatışmanın bölge için siyasi ve jeopolitik etkileri dışında kamuoyunda en çok tartışılan tarafı herhalde çatışmanın siviller üzerindeki etkisi olmaktadır. Medyanın sıcağı sıcağına dünya kamuoyuna yansıttığı çatışmanın sivil kurbanlarının görüntüleri ve fotoğrafları dehşet verici, insanlık dışı ve kabul edilemez olarak değerlendirilmektedir. Bütün bu kabul edilemez sonuçların sebebi ise Tsahal’ın “orantısız güç” kullanması olarak açıklanmaktadır.
Kısa makalemizin amacı işte bu çatışma vesilesi ile bir örneğine daha tanık olduğumuz Meskûn Mahalde Muharebe’de (MOUT-Military Ops. on Urban Terrain) hangi davranışların Uluslararası hukuk tarafından kabul edilebilir olduğunu Yaz Yağmuru Operasyonu’nu öznelinde değerlendirmeye çalışmaktır.
Tartışmanın temelinde silahlı çatışmanın yürütülmesi esnasında geçerli olan kurallara aykırılık konusundaki farklı düşünceler olduğu cihetle sorunsalımıza bulacağımız cevaplar jus in bello yani silahlı çatışmaların yürütülmesine dair kurallar dâhilinde olacaktır. Jus ad bellum, konusunda yani kuvvete başvurulmasının hukuken caiz olup olmadığı konusunda bir tartışmaya girmek amacımız değildir. Ancak kısaca belirtmek gerekirse bu satırların yazarının görüşü odur ki Hizbullah’ın saldırıları İsrail için Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın 51. maddesinde (ya da teamüli hukukta da doğal bir hak olarak varlığı kabul edilmiş bulunan[3]) meşru müdafaa hakkının kullanılmasına olanak vermiştir. Güncel uluslararası hukukun temel kurallarından olan kuvvet kullanma yasağının birincil istisnasını oluşturan BM Şart’ında belirtildiği şekliyle klasik meşru müdafaa hakkının icrası olduğu cihetle İsrail’in 12 Temmuz’dan beri Hizbullah terör örgütünü çökertmek, silahlı gücünü etkisiz hale getirmek amacıyla giriştiği operasyon jus ad bellum’a aykırılık yoktur.
Öncelikle fiili bir gerçeğin hukuki bir konsepte ne kadar uyduğunu belirlemeye çalışalım: Bu çatışma silahlı bir çatışma mıdır? Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin belirttiği gibi “Devletlerarasındaki ilişkilerde silahlı güce başvurulduğu ya da bir Devletin bünyesinde hükümet güçleri ve organize olmuş silahlı gruplar arasında ya da sadece böyle gruplar arasında uzun süreli bir silahlı çatışmanın var olduğu her durumda silahlı çatışma mevcuttur”[4].
Fiili durumun hukuki bir kavrama (silahlı çatışma) uyduğunu bu tanımdan çıkarabiliyoruz. Peki uluslararası hukukta bu silahlı çatışma durumunda uygulanacak kuralları nerede bulunmaktadır?
Bunu saptamak için çatışmanın uluslararası bir silahlı çatışma mı yoksa uluslararası olmayan bir silahlı çatışma mı olduğunun saptanması gerekmektedir.
Yukarıda çatışmanın temelini İsrail’in sahip olduğu BM Şartı’nda yazılı bulunduğu şekliyle klasik meşru müdafaa hakkına dayandırınca aslında büyük oranda bu soruya cevap vermiş oluyoruz: Söz konusu olan uluslararası bir silahlı çatışmadır. Şart’ın devletlerarası mantığıdır ki bize böyle bir sonuca ulaşmakta yardımcı olmaktadır[5]. Ayrıca, Lübnan hükümeti’nin kendi topraklarında yaklaşık 3000 aktif silahlı militandan oluşan Hizbullah’ın silahlı gücünü barındırması ve bunun operasyonları için gereklilik arz eden askeri, lojistik ve siyasi örgütlenmesini, bilmesine rağmen göz yumması ve örgütün silahlı gücünün konuşlandığı Bekaa vadisi ve ülkenin güneyinden çıkarmak için hiçbir faaliyet göstermemesi ve bu örgütün Lübnan devleti’nin yasama ve yürütme organında temsil kuvvetine sahip olması ile[6] artık Hizbullah’ın silahlı gücü Lübnan devletinin fiili organları haline gelmiştir[7]. Nitekim, operasyonun Tsahal tarafında ağırlıkla Güney Lübnan’da olmak üzere Lübnan’ın her kesiminde sürdürülmesi bir çatışmayı uluslararası hale getiren en temel özelliğin yani sınır ötesi harekatlar ile yürütülmesinin tezahürü olduğu cihetle bu çatışma kuşkusuz uluslararası bir silahlı çatışmadır[8].
Bir kez çatışmanın niteliğini saptadıktan sonra şimdi bu nitelikteki çatışmalardan taraflarca uygulanacak kuralların neler olduğunu tespit edelim.
Öncelikle Hizbullah, Lübnan Devleti’nin fiili bir organı olup Lübnan Hükümetince onaylanan tüm insancıl hukuk antlaşmaları ve teamüli hukuk kurullarıyla bağlıdır. Tsahal da İsrail Devleti’nce onaylanmış bulunan bu konudaki antlaşmalar ve teamüli hukuk kurallarıyla bağlıdır. Uluslararası silahlı çalışmaları detaylı şekilde düzenleyen 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin 1977 tarihli I no’lu ek protokolü[9] İsrail tarafından imzalanmamış olsa da Lübnan tarafından imzalanıp onaylanmıştır. Binnetice I no’lu ek protokolün düzenlemelerinin İsrail tarafından uygulanması ancak bu kuralların (hepsinin yahut bir kısmının) teamüli hukuku yansıtmaları halinde mümkün olacaktır.
Söz konusu olayın ana hatlarını belirledikten sonra öncelikle hangi uluslararası hukuk kuralların bu somut olayda uygulanabilir olduğunu tespit edip bunların düzenlemelerine kısaca göz atacağız, sonra somut olayda bu kurallara ne kadar uyulup uyulmadığını yani operasyonun orantılı olup olmadığını askeri ve stratejik yanlarına da değinip tartışacağız.
I) Silahlı Çatışmalar Hukuku’nun Temel Kuralları, Askeri Gereklilik, Siviller, İkincil Zararlar ve Orantılık Üzerine:
Silahlı çatışmalar hukukun iki temel ilkesi vardır; insancıllık ve askeri gereklilik. Bu iki ilkenin birlikteliği şu şekilde açıklanabilir:
“Bir silahlı çatışmanın amacı karşı tarafı yenmektir. Silahlı çatışmalar hukuku sadece bu amaç için mutlaka gerekli olan hareketlere izin verir ve bu amacı aşmakla beraber bu amaca ulaşmak için gerekli olmayan mallara ve kişilere zarar verme eylemlerine cevaz vermez”[10]. Profesör Green’in de haklı bir şekilde tespit ettiği gibi aslında bu mantık Sun Tzu’nun “düşmanı ele geçirmek onu yok etmekten daha iyidir” ve “düşmanı savaşmadan yenmek yeteneklerin en büyüğüdür”[11] gibi öngörülerinin modern versiyonundan başka bir şey değildir. Aynı şekilde von Clausewitz’in de 2000 yıl kadar sonra belirttiği gibi “[gücün amacı] irademizi düşmana empoze etmektir[12]…[Düşmanın] muharip gücünü yok etmek gerekir: bu da demektir ki öyle bir duruma sokulmalıdırlar ki savaşa devam edemesinler[13]. Bu yaklaşımın, yani, sadece rakibi yenmek için mutlaka gereken fiillerin silahlı çatışmalarda kabul edilebilir olduğunun 1868 tarihli St. Petersbourg bildirisindeki (bu bildirinin teamüli hukuka dönüştüğü kabul edilmektedir)[14] düzenlenmesi şu şekildedir: “Devletlerin savaş sırasında takip edebilecekleri meşru tek amaç düşmanın askeri güçlerinin zayıflatılmasıdır. Bu amaca ulaşmak için gereken ise olabildiğince çok kişinin savaş dışı kılınmasıdır. İşbu amaç savaş dışı kılınan kişilerin acısını gereksiz yere arttıran ya da kaçınılmaz şekilde ölümlerine yol açacak silahların kullanılmasıyla aşılacaktır”. Böylece öngörülen ve uluslararası hukukta da kabul edilen bu düşman kuvvetlerinin kelimenin tam anlamıyla yok edilmesi zorunluluğu değil onların silahsızlandırılması, güçsüz hale getirilip direnişi sürdürmesinin imkânsız olduğu bir duruma sokulmasıdır[15].
Askeri gereklilik olarak açıklanan ve silahlı çatışmalar hukukunun insancıllık ile birlikte temelini teşkil eden prensibe gelince bunun açıklamasının Birleşik Devletler Ordusu 27–10 sayılı Kara Muharebeleri Hukuku adlı sahra talimatnamesinde şu şekilde yapıldığı görülmektedir: Düşmanın en kısa sürede teslim olmasını sağlamak için mutlak olarak gereken ve savaş hukuku tarafından yasaklanmamış hareketlerin yapılmasını öngören temel ilkedir[16]. Birleşik Devletler Savunma Bakanlığının verdiği tanıma göre ise işbu ilke savaşan tarafa bir askeri operasyonu başarılı şekilde sona erdirmesi için gerekli olan ve savaş hukuku kurallarıyla yasaklanmamış tedbirleri uygulamaya olanak sağlayan ilkedir[17].
Görünen odur ki silahlı çatışmalar hukukun temelini oluşturan askeri ve insancıl ilkeler yüzyıllardır hiç değişime uğramadan kabul edilmektedirler.
Silahlı çatışmalar hukukunu öznünü başka kelimelerle ifade etmek gerekirse Profesör Green’e atıfta bulunmak isabetli olacaktır: “Silahlı çatışmalar hukuku, kaynağını hem teamüli hem de ahdi hukukta bulur. Teamüli hukuk ve ahdi hukuk askeri ihtiyaçlar ışığında gelişmiştir ve genel olarak konuşmak gerekirse sadece, belli bir kural askeri gereklilik istisnasını açıkça öngörüyorsa, böyle bir gereklilik hâsıl olduğu takdirde işbu kurala uymamak mümkün olabilir”[18].
* * *
Silahlı çatışmalar hukukunun kara muharebeleri için teamüli hukuk kurallarını oluşturduğu kabul edilen[19] 1907 4. Lahey Sözleşmesine ek olan düzenlemeleri, yukarıda belirtilen silahlı çatışmanın amaçlarının ve araçlarının sınırlılığı ilkesini 22. maddedeki “Savaşan tarafların düşmana zarar vermek için kullanabileceği araçlar konusundaki hakkı sınırlıdır” ifadesi ve 25.maddesinde düzenlendiği şekliyle “ne araçla olursa olsun savunulmayan şehir, kasaba, yerleşim yeri ve binalara saldırmak ya da bombalamak yasaktır” düzenlemesi ile saptamıştır. Böylece 20. yy’ın başında yavaş yavaş netleşmeye başlayan teamüli savaş hukuku kuralları (bir yandan 1868 tarihli St.Petersbourg Bildirgesi, diğer yandan yukarıdaki Lahey Düzenlemeleri’nin sayılan hükümleri) silahlı çatışmalar hukukunun en temel kurallarından olan sivillerin ve sivil araç ve yapıların bir saldırının doğrudan hedefi olamayacakları ilkesinin de belirginleşmesini beraberinde getirmiştir[20].
Buraya kadar ortaya koyduğumuz silahlı çatışmalar hukuku kurallarının gösterdiği, bu hukukun üzerinde inşa edildiği temel kavramları şu şekilde özetleyebiliriz: Sivil-asker ayırımı, silahlı çatışmanın hedefinin yalnızca askerler olduğu, çatışmayı kazanmak için sınırsız bir yöntem ve araç hakkına sahip olunmadığı bunların insancıl kaygılarla sınırlanmış olduğu ve binnetice kullanılacak araçların ve yöntemlerin silahlı çatışmanın amacıyla yani düşmanı etkisiz hale getirmekle orantılılığı ve gereksiz acı verme yasağı. Dolayısıyla görünen o ki askeri operasyonların siviller üzerindeki yıkıcı etkilerini doğrudan ve açık bir şekilde düzenleyen bir kurala rastlamıyoruz. Bununla beraber yukarıda özetlenen temel ilkelerden dolaylı ve zımnî bir şekilde bu konu hakkında bazı çıkarımlara erişmek mümkün.
Ancak 2. Dünya Savaşı ve onu izleyen yıllarda silahlı çatışmalarda kullanılan yöntem ve araçların değişmesi; dönemin politik, ideolojik, teknolojik ve stratejik gelişmeleri neticesinde değişime uğraması 20. yüzyılın başından beri değişikliğe uğramamış savaş yöntem ve araçlarına ait kuralların revizyonunu gerekli kılmıştır[21]. Böylece 1974–1977 yılları arasında toplanan konferans neticesi 1949 Cenevre Sözleşmelerine ek iki Protokol hazırlanmış ve imzaya açılmıştır. Bizim konumuzu uluslararası bir silahlı çatışma oluşturduğu cihetle 1 no’lu ek protokolde[22] meskûn mahalde muharebe sırasında teamüli hukuku yansıtması halinde bu protokole taraf olmayan devletleri de bağlayacak olan ve böylece somut olayımızda da uygulanması gerekecek yeni kuraları inceleyeceğiz.
Yukarıda ortaya koymaya çalıştığımız teamüli hukukun temel prensipleri üzerine bina edilen ahdi hukukun düzenlemelerinin taranması neticesi bizim konumuzla ilgili şu detaylı düzenlemeler ortaya çıkıyor:
I No’lu Ek Protokol’ün Sivil Halkın Korunması başlığını taşıyan 51.maddesinin 5.paragrafının a) bendinin yorumunda Uluslararası Kızıl Haç Komitesi (UKHK) madde 51 ve 52’deki düzenlemelerin özellikle şehir muharebeleri yürütülmesinde için büyük önem taşıdığına değinmiştir[23]. Bu yorumdan da destek alarak konu hakkındaki ahdi hukuk düzenlemelerini incelediğimizde 51. maddenin 2. fıkrası:
“Ne sivil halk genel olarak ne de sivil kişiler saldırıların hedefi olamazlar. Asıl amacı sivil halk arasında terör yaratmak olan eylem ve tehditler yasaktır.” Şeklinde düzenleme yapmıştır.
4. fıkra ise:
“Ayırım gözetmeyen saldırılar yasaktır. Ayırım gözetmeyen saldırı deyiminden
a) belli bir askeri hedefe yönelmeyen saldırılar;
b) icrası sırasında belli bir askeri hedefe yöneltilemeyen muharebe yöntemleri ya da araçlarının kullanıldığı saldırılar; ya da
c) icrası sırasında, etkileri Protokol tarafından belirtildiği şekilde sınırlandırılamayan ve binnetice askeri hedefleri sivil kişi ve objelerden ayırmadan vurmaya uygun muharebe yöntem ya da araçlarının kullanıldığı saldırılar
anlaşılmaktadır.” Düzenlemesinde bulunmuştur.
5. fıkra:
“Diğerleriyle beraber, aşağıdaki saldırılar da ayrım gözetmeden icra edilmiş sayılacaktır:
a) Bir şehir, kasaba ya da benzer şekilde sivil kişilerin ya da sivil karakterli objelerin yoğun bulunduğu bir alanda bulunan ancak, birbirlerinden net bir şekilde ayrı bulunan ve bağımsız bir miktar askeri hedefi tek bir askeri hedef gibi kabul eden, yöntem ya da kullanılan araç fark etmeksizin bombardıman şeklinde yapılan saldırılar;
b) Elde edilmesi beklenen somut ve doğrudan askeri avantaja kıyasla aşırı olarak kabul edilecek miktarda sivil halkta insan hayatının kaybına, insanların yaralanmasına, sivil karakterdeki objelere zarar verilmesine ya da bu kayıp ve zararların bir kombinasyonuna arızi (ikincil) şekilde sebep olması beklenen saldırılar.
7. fıkra ise, eğer bu zamana kadar belirttiğimiz kurallar sadece saldırıda bulunduğunu farz ettiğimiz bir tarafa yükümlülükler getiriyorsa, şimdi de bu saldırılara maruz kalan ve sadece savunma pozisyonunda bulunduğunu farz ettiğimiz tarafa işbu yükümlülüklerin muadili olacak şekilde bir yükümlülük getirmektedir. Şöyle ki:
“Sivil halkın ya da sivil kişilerin mevcudiyeti ya da hareketleri, bazı nokta ya da alanları askeri operasyonlardan korumak için, özellikle askeri hedefleri saldırılardan korumak ya da askeri operasyonları kolaylaştırmaya, örtmeye ya da zorlaştırmaya çalışmak amacıyla kullanılamaz. Çatışmanın tarafları sivil halkın ya da sivil kişilerin hareketlerini askeri harekatları örtmek ya da askeri hedefleri saldırılara karşı korumak amacıyla yönlendiremez.”
Aynı Protokol’ün 57. maddesi Saldırı sırasında alınacak tedbirler başlığı taşımaktadır ve 2.fıkrasının a) paragrafının ii) cümlesi:
“sivil halktan ölümlerin, sivillerde yaralanmaların ve sivil karakterdeki objelerde hasarların vuku bulmasının engellenmesi ya da her halükarda en aza indirilmesi için saldırı yöntem ve araçlarıyla ilgili olarak alınması fiili olarak mümkün tüm tedbirlerin alınması;”
iii) cümlesi:
“Elde edilmesi beklenen somut ve doğrudan askeri avantaja kıyasla aşırı olarak kabul edilecek miktarda sivil halkta insan hayatının kaybına, insanların yaralanmasına, sivil karakterdeki objelere zarar verilmesine ya da bu kayıp ve zararların bir kombinasyonuna arızi (ikincil) şekilde sebep olması beklenen saldırılardan kaçınmayı;”
c) paragrafı ise:
“Eğer şartlar bunu engellemiyorsa, saldırılar sivil halkı etkilemesi söz konusuysa yeterli bir zaman önce ve etkili araçlarla sivil halka bir uyarının yapılmasını.”
düzenlemektedir.
Bizce bu yukarıda belirtilen detaylı kurallar, kendisinden önceki teamüli kuralların açıkça söylemediği ve fakat özünde bulundurduğu askeri gereklilik-insancıllık ikiliğini ve bunların arasında bir orantılılık gerekliliğini günümüz silahlı çatışma koşul, yöntem ve araçlarına en iyi şekilde adapte ettiği ve devletler tarafından da kabul edildiği[24] cihetle günümüzde geçerli olan teamüli silahlı çatışma hukuku kurallarını oluşturmaktadır. Nitekim Profesör Green de günümüz silahlı çatışmalar hukukunun en temel kurallarını tanımlarken “sivillerin ve sivil araç ve yapıların bir saldırının doğrudan hedefi olamayacakları; bununla beraber bunlarda, meşru bir saldırı sırasında sebep olunacak arızi zararlar (ikincil zararlar), bu saldırının amacıyla orantılı olmalıdır”[25] şeklinde belirtmiştir. Yukarıda belirtilen kurallar ve ilkeler saldırıda orantılık genel başlığı altında kabul edilip UKHK’ince da teamüli bir silahlı çatışma hukuku kuralı olarak değerlendirilmektedir[26].
Bu şekilde düzenlendiği haliyle konumuzla ilgili olan ve bu konuda teamülü yansıttığı kabul edilen temel hukuk normunun kendisinin açıkça bir istisna getirdiğini, bunu da arızi (ikincil) zararların elde edilecek askeri avantajla orantılı olması kaydıyla kabul edilebilir addedilmesi şeklinde olduğunu görüyoruz. Yani muharebeyi kazanmak için icra edilmesi mutlak gereklilik arz eden askeri bir operasyon/saldırı sivillerde arızi kayıplara sebep olabilir.
* * *
Bu noktada bazı kavramların üzerinde yoğunlaşmamız bu düzenlemelerin kapsamını ve amacını anlamamızda yardımcı olacaktır.
Bunlardan ilki “saldırı ve ondan elde edilecek askeri avantaj” kavramıdır. Profesör Green’e göre burada atıfta bulunulan saldırı ve elde edilecek avantaj, saldırının bir parçasını oluşturduğu spesifik bir askeri operasyondan elde edilecek avantajı belirtecek şekilde anlaşılmalıdır[27]. Zira saldırı aynı anda birçok noktada yapılan taktik harekâtların toplamından da oluşabilir.
Elde edilecek askeri avantaj kavramı ise oldukça muğlâk bir kavramdır. Bu konuda da Uluslararası Kızıl Haç Komitesi’nin (UKHK) yorumlarına yönelmek en mantıklı tutum olacaktır. Buna göre, I no’lu Ek Protokol’ün 52. maddesinin 2. fıkrasında askeri her hedefe saldırının mutlaka belirli bir askeri avantaj içermesi gerekmektedir[28]. Aynı protokolün 57. maddesinin 2. paragrafının a) fıkrasının iii bendinde ve b) fıkrasında belirtildiği şekliyle “beklenen somut ve doğrudan askeri avantajı” yorumlarken UKHK, belirli bir askeri avantajın mutlaka bulunması gerektiğini ve buna ilaveten somut ve doğrudan kelimeleriyle bu belirli avantajın operasyon geneli için esaslı ve göreceli olarak yakın askeri avantajlar gerektiğini belirtmiştir[29].
İnceleyeceğimiz son kavram ise şu ana kadar doğrudan ele almadığımız “askeri hedef” olacaktır. I no’lu Ek Protokol’ün Sivil Objeler başlığını taşıyan 3. bölümünün ilk maddesi (protokolün 52. maddesi) Sivil objelerin korunması başlığını taşımaktadır ve 1. paragrafı, “2. paragrafta belirtildiği şekliyle askeri hedef olmayan her obje sivildir” demektedir.
2. paragraf ise: “Saldırılar sadece askeri hedeflere sınırlıdır. Askeri hedef sayılabilecek objeler, doğaları, konumları, amaçları ya da kullanımı itibariyle askeri harekâta etkili bir katkıda bulunan ve tamamen ya da kısmen yok edilmesi, ele geçirilmesi ya da etkisiz hale getirilmesi, operasyon sırasında geçerli olan şartlara göre kesin bir askeri avantaj sunan objelerdir.” şeklindedir. Burada bir objenin askeri hedef arz etmesi için taşıması gereken nitelikleri bir miktar daha açığa kavuşturulması gerekecektir. Bu konuda da UKHK’nin yorumlarından yararlanmak mantıklı olacaktır. Burada geçen doğası itibariyle askeri hedef doğrudan silahlı kuvvetlerce kullanılan objelerdir[30]. Yeri itibariyle askeri hedef ise bulunduğu konum itibariyle askeri harekâta etkin bir katkısı olabilecek olan objelerdir ki UKHK bunları köprü ya da bunun gibi yapılar ya da rakibin oraya yerleşmesinin engellenmesinin ya da oradan çıkarılmasının askeri operasyonlar için önem arz eden alanlar olarak değerlendirmektedir[31]. Amacı itibariyle askeri hedef doğası gereği sivil yapı olmakla beraber askeri operasyonlar sırasında askeri amaçlarla kullanım için ‘dönüştürülebilen’ objelerdir[32].
Ortaya konan kriterler açık. En azından açık gibi görünüyor. Aslında hiç de öyle değil. Zira “elde edilmesi beklenen somut ve doğrudan askeri avantaja kıyasla aşırı olarak kabul edilecek miktarda sivil halkta ikincil kayıp ve zarar” kavramı da askeri ve sivil obje kavramı da her olayın şartlarına göre dolayısıyla her askeri operasyonu amaçları ve şartlarına göre her durum için farklı farklı tespit edilecek ve içeriği doldurulacak kavramlar.
Şimdi somut olayda bu kavramların içini biraz askeri biraz da stratejik açıdan Yaz Yağmuru operasyonuna yaklaşarak doldurmaya çalışacağız.
II) Bir Meskûn Mahalde Muharebe Örneği: Yaz Yağmuru Operasyonu ve İkincil Zararın Orantılılığı Üzerine:
Konumuz Tsahal’ın operasyonlarının insancıl hukuka uygunluğu, bunu göz önünden hiç kaybetmemek gerekiyor. Ancak Tsahal’ın harekât stratejisini -böylece hedef seçimini ve kullandığı taktikleri- anlamak ve yargılamak için öncelikle Hizbullah’ın stratejisini saptamak gerekiyor.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bizce operasyon bir meşru müdafaa hakkının kullanımı. Dolayısıyla bir saldırıya karşı yapılıyor. Yani operasyonu tetikleyen Hizbullah’ın saldırıları. Bu hukuki analizin stratejik sonucu şudur ki Tsahal Hizbullah’ın istediği zaman, istediği yerde ve istediği şekilde savaşmak mecburiyetinde kalmıştır. Hizbullah’ın stratejisi açık: İsrail’e sürekli füze saldırılarında bulunarak onun kara kuvvetlerini Lübnan içlerinde hazırladığı müstahkem mevkilere çekip Tsahal’ın (ve dünyadaki her ordunun) süresi, maliyeti ve sivil ve asker arasında sebep olduğu kayıp oranının yüksekliği sebebiyle hiç de sevmediği sokak savaşlarına çekmek istiyor. Bu stratejisinin sadece ilk ayağı. Tsahal, Hizbullah’ın askeri etkinliğini yok etmek için git gide Lübnan’ın kuzeyine ve kuzey batısına ilerlemek zorunda kalacak ve kuvvetlerinin ikmal hatları uzayacak binnetice ani saldırılara açık hale gelecek; ayrıca işgalin uzaması Tsahal’ı Irak tipi bir ayaklanma/direniş ile de mücadele etme zorunda bırakabilecek[33].
Tsahal’ın böyle bir strateji karşısında takındığı tutum stratejik açıdan (yani askeri gereklilikler açısından) oldukça mantıklı ve tutarlıdır. Kara birliklerinin harekâtının gerekli ve zorunlu olduğunun farkındadır ancak bunu yapmadan önce rakibin şehir muharebelerinde elinde bulunduracağı stratejik avantajlarını olabildiğince azaltmaya çalışması askeri harekâtların en temel prensiplerinden biridir[34].
Peki, nedir bu stratejik avantajlar? Üzerinde alanında uzman askerlerin ve değerli stratejistlerin bol miktarda mürekkep akıttığı konuda ahkâm kesecek değiliz. Amacımıza hizmet ettiği ölçüde basite indirgeyip ortaya koyacağız.
Meskûn mahalde muharebe -şehir savaşları ya da Military Ops. on Urban Terrain (MOUT)- her zaman kaçınılması gereken ancak çok az halde kaçınılabilen en zor askeri operasyon şeklidir. Özellikle somut olayımızda olduğu gibi asimetrik çatışmalarda rakip, muharebeyi olabildiğince meskûn mahale çekmeye çalışır ki düşmanının sahip olduğu askeri-teknolojik üstünlük olabildiğince etkisiz kılınsın[35]. Bu ortamda rakip sivillere ağır zarar verilmeden etkisiz hale getirilmesinin imkansız hale gelmesi ve yerinin tespit edilmesini engellemek için olabildiğince halka karışacaktır. Rakip ayrıca, sivilleri saldıran taraf için çok ağır bir lojistik yük, saldıran taraf üzerinde ciddi bir güvensizlik hissi yaratacak potansiyel bir tehdit ve en önemlisi istihbarat kaynağı haline getirecektir. Bunlar kadar önemli olan husus asimetrik savaşın doğasına özgü olan psikolojik harekâtta kendini gösterecektir[36]. Böylece rakip dünya kamuoyunu kendi tarafına çevirmek için bölgede bulunan medyadan ve çatışmalar sırasında sivil halkta meydana gelen kayıp ve sivil objelerde vuku bulan hasar/yıkımların görüntülerinden yararlanacaktır[37]. Ayrıca meskûn mahali askeri açıdan da kendi avantajına kullanabilecektir: Her sokak bir pusu noktası olacaktır. Kanalizasyon sistemi korunaklı bir hareket ve ikmal yolu olarak kullanılabileceği gibi depo olarak da hizmet verecektir. Harekât tam anlamıyla 3 boyutlu hale gelecek yer altı, çok katlı binaların her penceresi ve çatısı bir atış ve muharebe konumu teşkil edecektir. Böyle bir ortamda saldıran tarafın elindeki ateş gücü avantajını kullanılmaz hale getirmek ya da çok kısıtlamak mümkün olacaktır. Zira yakın muharebe (Close Quarter Battles -CQB) neticesi taraflar arasındaki mesafe 100 m’yi ancak bulacak, doğrudan ya da dolaylı ateş desteği dost birliklere ve bölgede bulunan sivillere zarar verir bir hale gelecektir[38]. Binnetice operasyonlarda uygulanacak angajman kuralları[39] mümkün olduğunca katı olacak ve çoğu silahın kullanılmasına izin verilmeyecek ya da çok az miktarda kullanılacaktır. Ayrıca binaların ve genel olarak yapılanmanın askeri birlikler arasındaki görsel ve radyo dalgalı iletişimde ve bunu neticesi harekâtın koordinasyonunda yaratacağı sorunlarda çok büyüktür.
Tüm bu dezavantajların üstünde, arazinin askeri birliklerin manevra yeteneklerini kısıtlar yapısı[40], savunan tarafın araziyi tanımasının ve savunmaya hazırlanmış olmasının neticesi sahip olduğu taktik üstünlük tartışmasızdır.
Hep bir manevra savaşına alışık olan ve harekât konseptini muharebe/baskın ve lojistik/baskın[41] şeması üzerine inşa eden ve tarihinde Lübnan’ı işgal deneyimi olan Tsahal’ın tabi ki de bu şartlar altında Hizbullah tarafından kendisine empoze edilmeye çalışılan ve temel özellikleri yukarıda belirtilen, uzun süreli ve baskın yerine işgal prensibine dayalı bir şehir savaşını kabullenmeyeceği askeri ve politik açıdan açıktır.
Bu şartlar dâhilinde Tsahal’ın başvurduğu, tespit ettiği hedeflere havadan bombardıman ve topçu atışı[42] ile saldırma ve bazı hallerde bunların akabinde küçük özel birlik harekâtlarına ya da kombine zırhlı/piyade taarruzlarına başvurması stratejik açıdan oldukça makuldür[43]. Böylece düşman, şehir alanındaki muharebelerde elinde tutmak isteyeceği stratejik avantajlardan olabildiğince yoksun bırakılmaktadır. Dolayısıyla İsrail’in meşru bir şekilde takip ettiği askeri strateji ile uyum içinde olduğu cihetle bu tip harekâtların icrası genel askeri harekâtın başarısı için mutlak gerekli olan, yani askeri gereklilik olarak değerlen-dirilebilecektir. Peki, bu stratejinin uygulanmasında yani operasyonlara konu olan hedefler uluslararası hukuk kurallarının belirttiği ve yukarıda detaylı olarak incelediğimiz düzenlemelerle ne kadar uyuşmaktadır?
Öncelikle bir şeyi açık olarak kavramamız gerekiyor: Şehir savaşları doğası gereği oldukça yıkıcı ve özellikle sivil halktan alışılmışın dışında ağır kayıpların verildiği bir muharebe şeklidir. Saldırıların şekli yani bunların ne gelişmiş güdümlü mermiler kullanılarak yapılan nokta operasyonu olması ne de piyade birlikleriyle kapsamlı bir kara operasyonu olarak tezahür etmesi bu sonucu değiştirmeyecektir. Bunda şaşırılacak bir şey yoktur. Şehirler sivillerin yaşaması için kurulan yapılanmalardır ve boşaltılmadıkları sürece her zaman ikincil zarar olarak uğranılan kayıp başka herhangi bir mekânda yapılan muharebelerde karşılaşılan ikincil kayıptan yüksek olacaktır[44]. Stratejist Edward Luttwak bu konuda çok doğru bir tespitte bulunmuştur: “Bir şehri savunmak onu yok etmektir.” Dolayısıyla bu alanda harekat yapan askeri birlikler hiçbir zaman olmadığı kadar fazla bir şekilde yukarıda askeri gereklilik olarak basitçe tarif edilen istisnai hükme sığınacaktır. Artan sivil zayiatın ahlaki ve hukuki sorumluluğu sadece saldıran tarafa değil, aynı zamanda saldırıyı sivilleri tahliye etmeden ya da gerekli tedbirleri almadan şehirlere yönelten savunmadaki tarafa da aittir.
* * *
Yaz Yağmuru Operasyonu’nda sivil alt yapının vurulması büyük tepki uyandırıyor. Ancak Hizbullah’a silah ve militan desteğinin akşının temel yolu olan Şam-Beyrut otoyolunun vurulması ya da kara operasyonlarının sürüdüğü güney Lübnan’da yolların tahrip edilmesi bunların Hizbullah’a lojistik açıdan önem arz eden askeri hedef olarak değerlendirilmesi neticesinde kabul edilebilir gözüküyor[45]. Aynı şekilde enerji santrallerinin de askeri hedef olarak değerlendirilebileceği I no’lu ek protokol’ün 52. maddesinin 2. fıkrasının düzenlemesi göz önünde tutulduğunda kabul edilebilir gibi duruyor. En azından hemen ilk bakışta orantısızdır damgası vurmak zor hale geliyor. Zira şehir savaşlarında muharip unsurların şehrin alt yapısından bir kuvvet çarpanı olarak yararlanmak istemeleri normalde sivil ihtiyacı karşılamaya yönelik hizmetlerin (enerji, ulaşım, kanalizasyon vb.) askeri hedef olarak nitelendirilebilir hale gelmesine sebep olabilecektir[46].
Son olarak kamuoyunda haklı olarak en infial yaratan sivil (özellikle de çocuk) can kayıplarına değinmek gerekiyor. Bu noktada da akılda mutlaka tutulması gereken bir hususu hatırlatmak gerekiyor: Şehir savaşlarının ve asimetrik savaşın en önemli unsurlarından birinin şehri savunan tarafa rakibin ve dünya kamuoyuna karşı, medyanın da kullanılmasıyla yapılan operasyonlar neticesi askeri hedef tanımlamasına girişmeksizin doğrudan sivil objelerin vurulduğu ve sivil kayıpların ağırlığının ileri sürülmesi ile oldukça etkili bir psikolojik savaş yürütme imkânı tanıdığına değinmiştik[47]. Dolayısıyla somut olayda da kayıplara ilişkin verilere biraz temkinli yaklaşmak gerekmekte ve bu kayıpların yukarıda da değinilen ikincil kayıp/zarar kategorisine girip girmediğinin eğer giriyorsa da orantılı olup olmadığının sorgulanması gerekecektir. Böyle bir değerlendirmede bulunmak içinse öncelikle yapılması gereken Tsahal’ın neleri hedef aldığının incelenmesidir. Resmi verilere dayanarak Tsahal’ın operasyonlarının kamuoyuna yıkılmış ya da ağır hasar görmüş binaların görüntüleri olarak yansıyan neticelerinin çoğu bu binaların yakınında ya da altında bulunan Hizbullah sığınak, depo, cephanelik, komuta kontrol, vb. gibi askeri hedef niteliği taşıyan yapılarının hedef alınması neticesinde oluşan ikincil zararlar olduğu görülecektir[48]. Dolayısıyla burada eğer Tsahal’a düşen hukuki sorumluluk bu alanlara saldırarak oluşabilecek sivil zararların askeri amaçla orantılı olmasını gözetmekse, Hizbullah’a düşen de bu tip askeri hedeflerin sivil yapılanmaların ya da sivil halkın yakınına onlara karşı askeri harekât girişilmesini engellemek ya da zorlaştırmak amacıyla konuşlandırılmasını engellemek ya da operasyonlardan önce halkın bölgeyi tahliye etmesine yardımcı olmak şeklinde tezahür edecektir[49].
Şurası tartışmasız bir gerçektir ki ne rakibin stratejisi ne de şehir savaşının doğası insancıl hukukun temel kuralı olan sivil ve asker obje ayrımını dikkatli bir şekilde yerine getirme yükümlülüğünden Tsahal’ı bağışık tutmaktadır[50]. Aksine Tsahal, İsrail devletinin yüksek kapasiteli ve dünya çapında saygın silahlı kuvveti olarak silahlı çatışmalar hukukuna uymaya azami özeni göstermek zorundadır. Şehir savaşının konvansiyonel askeri harekâtı zorlayan doğası ancak Tsahal’ı insancıl hukuk kurallarına daha da özen göstermek zorunda olmaya zorlamaktadır. Aksi takdirde rakip stratejik amaçlarından birini gerçekleştirmiş olacak ve çatışmanın psikolojik harp boyutunu en azından kendi ve dünya kamuoyu nezdinde kazanmış olacaktır.
Binnetice Tsahal’a düşen topçu ve hava bombardımanı şeklinde yaptığı operasyonlarda seçtiği hedeflerin gerçekten askeri hedef olup olmadığının çok iyi bir şekilde saptamak ve saldırı sırasında oluşabilecek ikincil zararları en aza indirecek yöntem ve araçlar kullanarak operasyonları icra etmesidir.[51] Bu konuda bugüne kadar helikopterlerden atılan güdümlü füzeler ile uçaklardan atılan güdümlü bombalara başvuran Tsahal’ın özellikle operasyonların başında sivil halkı tahliye konusunda uyarıyı da yapmasını[52] göz önünde tutarak olabildiğince orantılı davrandığı kanaatine ulaşmak çok da imkânsız değildir. Yine mutlaka göz önünde tutulması gereken Hizbullah’ın harekât yöntemi ve stratejisidir. Eğer ki sivillerin de yaşadığı bölgelerde aniden ortaya çıkıp Katyuşa Rampalarını güneye (İsrail’e doğru çevirip) ateşliyorsa bunu atışların koordinatlarını belirleyen Tsahal topçu tespit radarlarının hedeflere topçu atışlarını / hava saldırılarını hemen yönlendirmesi Hizbullah milislerinin kaçışma ya da yeniden konuşlanmasına olanak vermeyecek şekilde bu noktalara angaje olması ve sivilleri uyarmaması askeri gereklilik olarak değerlendirilebilecektir[53]. Gerçek anlamda şehir muharebelerinin sürdürüldüğü ve yakın muharebenin vuku bulduğu İsrail-Lübnan sınırındaki kasabalardaki yıkımın da askeri açıdan mutlak bir gereklilikten kaynaklanması, yani sivil binaların yukarıda belirtildiği şekliyle konumları, kullanımları ve amaçları sebebiyle askeri hedefe dönüşmüş olması neticesi vücut bulmuş olması mantıklı ve kabul edilebilir gözüküyor.
Ancak sorun yine seçilen hedeflerin niteliği konusuna geri gelmekte ve burada düğümlenmektedir. Tahrip edilen sivil görünümlü objelerin ne kadarının askeri bir hedefi örttüğü ya da çok yakınında bulunduğu ne bu satırların yazarı ne de bu konuda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan kişilerin takdir edebileceği bir husustur.
Bu konuda son olarak şu noktaya değinmek gerekiyor. Eğer ki Tsahal operasyonlarının daha orantılı şekilde gerçekleşebileceğini düşünen çevrelerin aklından ağır silahların kullanılmadığı sadece piyade ve bunlara destek olan hafif zırhlı birliklerin icra edeceği sokak çatışmaları geliyorsa bunun stratejik açından kabul edilemez olduğu kadar, sivil kaybını büyük oranda azaltmayacağının da akılda bulunması gerekir. Örnek arayanların çok detaylı ve bu konuyla ilgilenmeyen kişilerin anlamasının zor olacağı askeri yayınları ve değerlendirmeleri okumalarına gerek yoktur. 3 Ekim 1993 günü Mogadişu sokaklarında Amerikan birlikleri ve Somali halkı arasında geçen ve hiçbir ağır silahın (ne uçak ne topçu) kullanılmadığı çatışmanın sivil bilançosunun ağırlığı dikkat çekicidir[54].
Yaz Yağmuru Operasyonu’nun orantılılığı ile ilgili olarak nihai olarak söyleyeceğimiz şudur: uluslararası hukuk sivil kayıpların ikincil olması ve ulaşılacak askeri hedeflerle orantılı olması halinde kabul edilebilir olduğunu düzenlemektedir. Ulaşılacak askeri hedefler tek tek saldırılar için değil, o saldırıların parçasını oluşturduğu büyük operasyonun askeri amacı olarak değerlendirilmelidir. İsrail’in operasyonu sırasında bu orantılılığın aşıldığı ya da daha en başta askeri hedef – sivil obje ayrımı gözetilmeksizin operasyonların yapıldığı kanaatine ulaşmak şehir savaşlarının ve somut olaydaki operasyonun operasyonel ve stratejik hedefleri anlaşılmaksızın mümkün değildir. Bu durumda İsrail’in olduğu kadar Lübnan ve Hizbullah’ın verilerine de güvenilmemesi gerektiği açıktır. İsrail’e düşen hedef seçiminde sağlam bir istihbarata dayandığını, yeterli güç kullandığına, sivil halktan kaybı azaltmak için gerekli tedbirleri aldığını kapsamlı bir muharebe zarar değerlendirmeni – BDA (battle damage assesment) açıklamak suretiyle uygulamak zorunda olduğu hukuk kurallarına saygılı olduğunu kanıtlamak ve dünya kamuoyunu ikna etmektir. Bunu yapmaması hem rakibinin amaçlarına ulaşmasını sağlayacak hem de İsrail Devleti’ni uluslararası hukuku ihlal eden bir devlet statüsüne sokacaktır.
KAYNAKÇA :
- Bettati M., Droit Humanitaire, Editions du Seuil, 2000, 282 s
- Blix H., “Moyens et methodes de combat” in. Les dimensions internationales du droit humanitaire, Pédone-UNESCO,1986 s.163–182
- Bouchet-Saulnier F., İnsancıl Hukuk Sözlüğü, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002
- Bowden M., Black Hawk Down, Corgi Books, 2000, 571 s.
- Cario J. (Lt. Col.), le droit des conflits armés, centre de recherches des écoles de Saint-Cyr, 2002, 130 s.
- Cassese A., International law, Oxford University Press,2003, 540 s.
- Crawford J., les articles de la C.D.I sur la responsabilité de l’Etat, Pédone,Paris, 2003, 462 s.
- David E., Principes de droit des conflits armés, 3éme éd. Bruylant, Bruxelles, 2002, 890s
- Eisemann P.M., “attaques du 11 septembre et exercise d’un droit naturel de légitime défense” in. Le droit International face au terrorisme, Karine Bannelier, Thédore Christakis, Olivier Corten, Barbara Délcourt (dir.), Pédone, Paris, 2002 s.239-248
- Green L.C., The Contemporary Law of Armed Conflict 2nd ed., Manchester University Pres, 2000, 393 s.
- Hencjkaerts J-M. et Doswald-Beck 1., Customary International Humanitarian Law Volume 1: Rules, ICRC,Cambridge,2005
- Holmes R., (ed.) The Oxford Companion To Military History, Oxford University Press, 2001, 1048 s.
- Jones A , Elements of military strategy, an historical approach, Praeger Publishers, Westport Connecticut,1996, 240 s.
- Luttwak E., Koehl S.L., Dictionary of Modern War, Gramercy publishings, 1998, 672 s.
- Penna L. R., “Cutomary international law and protocol I: An analysis of some provisions”, in Etudes et essais sur le droit international humanitaire et sur les principes de la croix rouge en l’honneur de J. Pictet, Christophe Swinarski (éd.) CICR, Cenevre,1984 S.201-226
- Steed B. (capt.), Armed Conflict, the lessons of modern warfare, Ballantine Books,New York,2002, 270 s.
- Stern, B. “le contexte juridique de l’aprés 11 septembre 2001” in Le droit international face au terrorisme, Karine Bannelier, Thédore Christakis, Olivier Corten, Barbara Délcourt (dir.), Pédone, Paris, 2002 s.3-32
- Sun Tse, L’art de la guerre, Presses Pocket,1993, 150.s
- US Joint Chiefs Of Staff Doctrine For Joint Urban Operations (JUO) Joint Publication 3-06 150 s.
- Wiest A., Barbier M. K, Infantry Warfare: theory and practice of infantry combat in 20th century, Spellmount publishers, 2002, 176 s.
İnternet kaynakları :
- Uluslararası Kazıl Haç Komitesi’nin 1977 tarihli I no’lu ek protokol yorumları için bkz. http://www.icrc.org/dih.nsf/WebList?ReadForm&id=470&t=com.
- US Army Field Manual FM 27-10 Law of land warfare https://atiam.train.army.mil/soldierPortal/atia/adlsc/view/public/9421-l/fm/27-10/toc.htm:isessionid=Gtyfry MDw3r4wQkDvMTCzjYDqvlytbGfvFNKGDGV398wrkDy571b!-1297381507.
[1] THK notu: Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Sayı 2005/2’den Ayrı Basıda yayınlanmış olup yazarının izniyle bu sitede yayınlanmaktadır.
[2] Galatasaray Üniversitesi Devletler Umumi Hukuku Ana Bilim Dalı
[3] 27 Haziran 1986 tarihli Nikaragua’da ve Nikaragua’ya karşı askeri ve yarı askeri faaliyetler kararı C.I.J. Recueil,1986 p.94 s. 174
[4] YPIY App. Aff. IT-94-1-AR72, 2 Ekim 1995, Tadic, p.70
[5] Stern, B. “le contexte juridique de l’aprés 11 septembre 2001” in Le droit international face au terrorisme, Karine Bannelier, Thédore Christakis, Olivier Corten, Barbara Délcourt
[6] Binnetice Lübnan Devleti’nin Hizbullah’ın askeri yapısı üzerinde, Uluslar arası Hukuk Komisyonu’nun Devletlerin Sorumluluğuna Dair Maddeler Raporu’nun 2001 yılı düzenlemesinin 8.maddesinde öngörülen, ilgili devlet tarafından fiili organlar üzerinde “doğrudan bir kontrolün” varlığı kriteri de yerine getirilmiş olunmaktadır. Devlet ve örgüt arasındaki bağ açıktır. Metin ve yorumu için bkz. Crawford J., les articles de la C.D.I. sur la responsabilité de l’Etat, Pédone, Paris, 2003, s.130-135.
Nitekim Lübnan Savunma Bakanı Elias Murr LBC televizyonuna verdiği demeçte Hizbullah’ı silahsızlandırma niyetleri olmadığını ve Hizbullah’ın bir direniş örgütü olduğunu; Litani nehrinin güneyinde konuşlanacak Lübnan Ordusu’nun hem direnişçileri hem de sivil halkı koruyacağını belirterek Hizbullah’a hükümetçe tanınan ve varlığına izin verilen bir yapılanma olduğunu bir kez daha açıkça göstermiştir. http://archives.seattletimes.nwsource.com/cgi-bin/texis.cgi/web/vortex/display?slug=lebanon16&date=20060816.
[7] Aynı şekilde El-Kaide ve Afganistan’daki Taliban Rejimi arasındaki ilişkilerin değerlendirmesi için bkz. Eisemann P.M., “attaques du 11 septembre et exercise d’un droit naturel de légitime défense” in. Le droit International face au terrorisme, Karine Bannelier, Thédore Christakis, Olivier Corten, Barbara Délcourt (dir.), Pédone, Paris, 2002 s.244, ve David E., Principes de droit des conflits armés, 3éme éd. Bruylant, Bruxelles,2002 s.111
[8] Bettati M., Droit Humanitaire, Editions de Seuil, 2000, s.37
[9] 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerine Ek ve Uluslar arası Silahlı Çatışmalar
[10] Green L. C, The Contemporary Law of Armed Conflict 2nd ed., Manchester University Pres, 2000, s. 122. “Silahlı kuvvet kullanılması ancak belirli bir askeri hedefe ulaşma amacı taşırsa meşru sayılır” Bouchet-Saulnier F., İnsancıl Hukuk Sözlüğü, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.31
[11] En basit şekilde böyle özetlenen bu düşünceler için genel olarak “de ce qu’il faut avoir prévu avant le combat” (Muharebeyi Planlarken) adlı bölüme bakılmalıdır. Sun Tse, Lart de la guerre, Presses Pocket,1993, p 23-26
[12] von Clausewitz C, On War, M. Howard and P. Paret (ed), Princeton University Press, Princeton New Jersey, 1989, s. 75
[13] von Clausewitz C, op.cit. s.77 ve s.90
[14] David. E., op.cit. s. 51
[15] Green L. C, op. cit. s.126 aynı şekilde bkz. Bettati M., op. cit, s. 52
[16] US Army Field Manual FM 27-10 Law of land warfare s.3-4. Askeri gerekliliğin aynı yönde tanımı için bkz. Gren L.C. op. Cit. P.122
[17] www.dtic.mil/doctrine/jel/doddict/data/m/03372.html. Aynı yönde bir tanım için Cario J. (Lt. Col), le droit des conflits armés, centre de recherches des écoles de Saint-Cyr, 2002, s.79-80
[18] Gren L.C., op.cit. s.122 aynı şekilde bkz. Bettati, op.cit. s.52-53
[19] David E., op.cit. s.53
[20] Aynı yönde David E., op.cit. s. 242
[21] Aynı yönde bir yorum için bkz. Blix H., “Moyen et methodes de combat” in. Les dimensions internationales du droit humanitaire, Pedone-UNESCO,1986 s.164
[22] 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerine Ek ve Uluslararası Silahlı Çatışmaların Kurbanlarına İlişkin Protokol
[23] Uluslararası Kızıl Haç Komitesi’nin (UKHK) 1 no’lu Ek Protokol’ün yorumu md.51 § 1953 http://www.icrc.org/dih.nsf/WebList?ReadForm&id=470&t=com.
[24] Doktrinin büyük bir kısmı 1977 tarihli I no’lu ek protokolün en azından tüm hükümlerinin 166 katılımcı devlete rağmen teamüle dönüşmediği konusunda fikir biliğindedir. Ör. Bkz. Dailler R, Pellet A., Le droit international public, L.G.D.J., Paris, 2002 s.970. Cassese A., International law, Oxford University Press,2003, s.339
[25] Gren L.C., op.cit. s.124. Aynı yönde bkz.Penna L.R., Cutomary International law and protocol I: An analysis of some provisions, in Etudes et essais sur le droit international humanitaire et sur les principes de la croix rouge en l’honneur de J. Pictet, Christophe Swinaraki (éd) CICR, Cenevre, 1984, s.220
[26] Hencjkaerts J-M. Et Doswald-Beck 1., Customary International Humanitrain Law Volume 1: Rules, ICRC, Cambridge, 2005, s.46-50
[27] UKHK 1 no’lu Ek Protokol’ün yorumu 57.madde & 2218.
[28] UKHK 1 no’lu Ek Protokol’ün yorumu 52.madde & 2028.
[29] idem ve CICR lno’lu Ek Protokol’ün yorumu 57. madde § 2209. Bizim görüşümüz odur ki belirli askeri avantaj, askeri harekatın başarıya ulaşması için mutlak gereklilik arz eden bir hareket olması şeklinde yorumlanmalıdır.
[30] UKHK 1 no’lu Ek Protokol’ün yorumu 52.madde & 2020.
[31] UKHK 1 no’lu Ek Protokol’ün yorumu 52.madde & 2023.
[32] UKHK 1 no’lu Ek Protokol’ün yorumu 52.madde & 2022
[33] Aynı yönde Dr. George Friedman’ın analizleri için www.stratfor.com
[34] Şehir savaşlarında tempo ve zamanlamanın kullanımı önemlidir. Harekatı hızlandıracak tedbirlerin alınması askeri gerekliliktir. Ayrıca düşmanın sıklet merkezlerine (ki olayda Hizbullah müstahkem mevkileri, bunker’ları ve depoları) dolaylı saldırı yapılması da gereklidir. Aynı yönde, şehir savaşlarında harekatın hızının askeri gereklilik arz ettiği hakkında bkz. US Joint Chiefs Of Staff Doctrine For Joint Urban Operations (JUO) Joint Publication 3–06 p. 25–26
[35] JUO Joint Publication 3–06 s. 18–20.
[36] Asimetrik savaşta psikolojik harekatın önemi hakkında bkz. Baud J. La guerre asymetrique, Editions du Rocher,2003 s.84-93.
[37] Hue şehri muharebeleri için aynı yönde değerlendirme için bkz. JUO Joint Publication s.25
[38] Wiest A., Barbier M. K., Infantry Warfare: Theory and Practice of Infantry Combat in 20th century p. 132, aynı şekilde bkz, Steed B. (capt.), Armed Conflict, the lessons of modern warfare, Ballantine Books, NewYork,2002 p.50-54.
[39] Angajman kurallarının tanımını Dr. David Jordan şu şekilde vermektedir: “Hükümetler ve komuta etmeye yetkili makamlar tarafından belirlenen, silahlı kuvvetlerin hangi durumlarda ve ne derecede kuvvet kullanabileceğini belirleyen kurallar.” “Rules of engagement” in The Oxford Companion to Military History, Richard Holmes (ed.), Oxford University Pres, 2001, s. 789.
[40] JUO Joint Publication s.52.
[41] Jones A., Elements ofMilitary Strategy, an historical approach, Praeger Publishers, Westport Connecticut, 1996, s.14-15
[42] JUO Joint Publication s. 57
[43] Şehir muharebelerinde ağır zırhlı araçların (tank, piyade muharebe aracı vb.) rolü için bkz. Luttwak E. ve Koehl S.L., Dictionary of Modern War, Gramercy publishings. 1998 s.642-643.
[44] JUO Joint Publication s.92.
[45] Şehir muharebelerinde muharebe alanının (şehrin) izolasyonun başarı için temel gereklilik olduğu yönünde bkz. JUO Joint Publication s.54.
[46] JUO Joint Publication s.33 bu objeler askeri açıdan bir sıklet merkezi olabilir deniyor. Yani bunlara saldırının belirli bir askeri avantaj taşıdığı ve mutlak bir gereklilik arz ettiği açıktır.
[47] supra s. 10.
[48] Tsahal’ın muharebe zarar değerlendirmeleri (Battle Damage Assesments) ve vurulan hedeflerin askeri niteliği üzerine bakınız http://wwwl.idf.il/DOVER/site/mainpage.asp?sl=EN&id=7&clr=1&docid=52737.EN, http://wwwl.idf.il/DOVER/site/mainpage.asp?sl=EN&id7&clr=l&docid=52694.EN, http://wwwl.idf.il/DOVER/site/mainpage.asp?sl=EN&id=7&docid=56054&Pos=5&last=l&bScope=True.
[49] 1 no’lu protokol 57 7) madde
[50] Askeri gerekliliğin hiçbir şekilde silahlı çatışmalar hukukunun genel kurallarından sapmaya izin vermeyeceği yönünde bkz. FM 27-10 s.4 ve Green L. C. Op.cit. s.122-124
[51] Topçu atışı ya da hava saldırısının gerekli olduğu durumlarda kullanılacak mühimmatın cinsi konusunda getirilebilecek sınırlamalar için bkz. JUO joint publication s. 57
[53] UKHK 1 no’lu Ek Protokol’ün yorumu 57. madde § 2223. Ayrıca bkz. “Roketler evlerin yanından ateşlenirken imha edildi” http://www.millivet.com.tr/2006/08/08/dunva/ax-dun02.html.
[54] Bowden M., Black Hawk Down, Corgi Books,2000, 571 s