Ana SayfaArşivMakalelerMEMLEKETTE DURUM NE?

MEMLEKETTE DURUM NE?

              Kurumumuz Üyesi Av. Mehdi Bektaş’ın  yazılı açıklaması :

 

             Son günlerde ortalık iyice hareketlendi. İktidar ve destekçileri tel tel dökülüyor, muhalefet derlenip iktidar olmaya hazırlanıyor. Türk lirası dolar ve avro karşısında erim erim eriyor. Hayat pahalılığı, işsizlik almış başını gidiyor, ne yapacağını şaşırmış yurttaş çarşı pazara çıkamıyor, çıkanlarda dolmamış filelerle tur atıyor.   

 

            19 yıllık AKP İktidarı, ülkenin birikimlerini çar çur etti, Elektrik dağıtım şirketleri, limanlar, Petkim, Seka, Tekel, Telekom, Tübraş gibi stratejik kurumları, yabancılara ya da yabancı şirketlerin içinde olduğu ortak girişim gruplarına sattı,  dağını, tepesini, vadisini, deresini yabancıya kiraladı, yolcu, araç ve kar garantili yol, köprü, havaalanı, liman, hastane inşaatlarıyla yurttaşın sırtına bindi, Türk lirası üzerinden mal satarak, döviz üzerinden mal alarak ülkeyi yerli ve yabancı tefeciye bağladı, uçan kuşa borç var, borçların faizi bile kredisiz ödenemiyor. Tarım, hayvancılık öldü, sanayici yeterli üretim yapamıyor, işsizlik can yakıyor, sanayici, tüccar, esnaf, işçi, köylü kan ağlıyor, eğitimli gençler iş bulamıyor, köyler boşalıyor, şehirlerin varoşlarına yerleşenler iktidar sadakasıyla hayata tutunmaya çalışıyor, karın tokluğuna iş arıyor, .   

 

            Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel sorunların baş sorumlusu, halkları birbirine düşürüp köleleştiren, soyup soğana çeviren kapitalist emperyalizm ile yerli işbirlikçi egemen sınıf iktidarlarıdır.

 

 Kapitalist emperyalizmin önde gelenleri ABD, İngiltere, Japonya ve Avrupa Birliği devletleridir. Bakar mısınız bu devletler dünyayı ekonomik olarak paylaşmışlar yerlerinde duramıyorlar, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelere kancayı takmışlar, işbirlikçileriyle birlikte iliklerine kadar sömürüyorlar.

 

Bunların önde gelenlerinden ABD, Akdeniz’de donamalarını gezdirerek, Montrö’yü etkisizleştirerek Savaş gemilerini süresiz Karadeniz’e çıkarmak, Yunanistan’da, Bulgaristan’da, Romanya’da, Ukrayna’da üsler kurarak, Ermenistan’ı, Gürcistan’ı NATO şemsiyesi altına alarak, Irak ve Suriye’yi parçalayarak, ayrılıkçı ve dinci hareketleri eğitip donatıp silahlandırarak Rusya’yla birlikte çıkarlarına engel gördükleri Türkiye’yi kuşatmayı, Boğazlar, Ege, Akdeniz ve Kıbrıs konularıyla, Ermeni ve Kürt sorunlarıyla yıpratarak, Halkbank, Rıza Zarrab ve yolsuzluk dosyalarıyla sıkıştırarak, dinci ve ayrılıkçı oluşumları kullanarak, iç savaş ortamı yaratarak laik Türkiye Cumhuriyetini dağıtmaya kalkıyor, emperyalizm Lozan’da kaybettiklerini yeniden elde etme hayalleri kuruyor.  

 

Dinci, gerici, laiklik, aydınlanma ve Kemalizm karşıtı AKP iktidarı, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını üslenerek, “Lozan hezimettir” diyerek, Yunanistan’ın Ege’deki adaları ve adacıkları bir olup bitiyle işgal etmesine, silahlandırmasına seyirci kalarak, Kanal Projesi ile Montrö’yü delmeye çalışarak, Kıbrıs’ta Annan Planı’na sahip çıkarak, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesini yok ederek, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Irak’ta, Suriye’de dinci terör örgütlerini destekleyerek, eğiterek donatarak silahlandırarak komşu ülkelerin meşru yönetimlerini devirmeye kalkarak, emperyalizmin emellerine hizmet ediyor; iç politikada efelenip gürlüyor, dış politikada diz çöküp el açarak süt dökmüş kediye dönüyor.

 

Bayar ve Menderes’le başlayan, Demirel, Evren, Özal, Çiller, Erbakan, Yılmaz ve Tayip Erdoğan’la süren sağ iktidarlar dönemlerindeki ülkenin kayıplarıyla kazanımları karşılaştırdığında, bağımsızlığını yitirmiş, eğitimi ve ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel gelişimi durmuş, iç ve dış barışı bozulmuş, üretmekten çok tüketmeye alıştırılmış, borca batırılmış bir toplum ve ülke görünüyor.

 

İktidar, içeride yasamayı, yürütmeyi, yargıyı tek adamın iradesine bağlayarak,  yeteneksiz, beceriksiz, liyakatsız dinci, gerici, laiklik düşmanı, “yerimi buluyum yolumu buluyum” zihniyetindeki kadrolarla doldurarak, adalet, milli savunma, milli eğitim, maliye, sosyal güvenlik, tarım ve köy işleri, sanayi ve ticaret, sağlık, turizm bakanlıklarını işlevsizleştirip içini boşaltarak, üniversiteleri medreseye dönüştürerek, temel eğitimi imam hatipleştirerek, dini, diyaneti, yargıyı siyasette kullanarak laik ve demokratik cumhuriyetin temelini oyuyor.  Orduyu bölerek, jandarmayı, polisi içişleri bakanlığına bağlayarak,  SADAT ve TÜRGEV gibi türedi kuruluşlarla milis kuvvet yaratmaya, alternatif devlet kurmaya çalışıyor. Dış siyasette ilkesiz, tutarsız ve hesapsız davranarak ABD ve AB’nin oyuncağı oluyor, Rusya ile oluşturdukları mutabakatı çiğneyerek, komşu ülkelerle kavgayı sürdürüyor, ülkeye itibar ve güven kaybı yaşatıyor.  

 

Bu gerçeklikler içinde iktidarla muhalefet karşılıklı konumlanıp söz yarıştırırken; halk televizyonda evlenme, kayıp, ihanet, magazin programları izleyerek Hacivat ve Karagözü atıştırıyor, değer yargıları yıkılmış, ne yapacağını şaşırmış, adaletsizlikten, hayat pahalılığından yılmış, kurtarıcı arıyor.  

 

Bütün olayların yaratıcısı ve sorumlusu tek adam yönetimindeki iktidar, ortalığı güllük gülistanlık göstererek, tüm sorumluluğu muhalefete, özellikle CHP ve lideri Kemal Kılıçtaroğlu’na yükleyerek, tehdit ederek, seçim kazanarak iktidarda kalacağını sanıyor, Türkiye’de yağlı mermer üzerinde yağlı güreş yapıldığını, nice harami saltanatının yıkıldığını unutuyor.  

 

Sol parti ve hareketlerin, kurtuluş için örgütlenme, emperyalizme, kapitalizme, adaletsizliğe, zamma ve zulme karşı birlikte mücadele etme, laikliği, demokrasiyi, sosyal hukuk devletini savunma söylemi, ırkçılık, dincilik karşısında toz duman oluyor, halk nezdinde yeterli karşılığı bulamıyor.     

 

Erken seçim olacak mı olmayacak mı, AKP iktidardan düşecek mi düşmeyecek mi tartışmaları sürerken, Liranın değer kaybı, AİHM’nin tahliye edilmeleri gerekir diye karar verdiği Selahattin DEMİRTAŞ,  Osman KAVALA ile ilgili on büyükelçinin açıklaması, Irak, Suriye ve Libya’yı kapsayacağı belirtilen asker gönderme, sınır ötesi harekâtta bulunma ve yabancı silahlı kuvvetleri ülkeye çağırıp konumlandırma yetkisi veren Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin iki yıl daha uzatılması gündeme girdi. TBMM’sindeki  oylamada CHP, HADEP, TİP ve Demokrat Parti hayır oyu verirken,  AKP, MHP, İyi Parti, BBP, Memleket Partisi, Zafer Partisi evet dedi, DEVA çekimser kaldı, SAADET ve Demokratik Bölgeler Partisi oylamaya katılmadı, tezkere oy çokluğu ile kabul edildi.    

            AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılında 1 ABD doları, 1 lira 41 kuruş ederken, 2021 yılında 28 Ekim itibariyle 1 ABD dolarının 9 lira 55 kuruş olduğu, kuruş üzerinden inip çıktığı görülmektedir. Dolar ve Avro üzerinden dış girdilere bağlanmış ekonomide, liranın değer kaybetmesi yurttaşın yoksullaşması, tüccarın, sanayicinin, çalışanın aşırı borçlanması olarak yansıdığı uzmanlarca belirtiliyor. 19 yıllık AKP iktidarı, İMF borcunu kapattık diye böbürlenirken, ülkeyi ve yurttaşı borç batağına soktu, bir anlamda ülkeyi emperyalizme rehin verdi, ayağa kalkılamıyor, bu iktidar gitmeden ekonominin düzelmesi mümkün görünmüyor.   

 

            Bilindiği gibi Türkiye hem Birleşmiş Milletlerin hem de Avrupa Konseyi üyesidir. Birleşmiş Milletlerin ve Avrupa Konseyi’nin çıkardığı uluslararası sözleşmeleri imzalamış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargılama yetkisini TBMM’nde çıkardığı kanunlarla kabul etmiş, iç hukuk haline getirmiştir. Anayasanın 90. Maddesi TBMM’ce kabul edilen uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde olduğu Anayasa’ya aykırılığının ileri sürülemeyeceği belirtir.   

 

            AİHS’si ve AİHM’nin yargılama yetkisi kabul edildiğine göre, bu anlaşmaya taraf olan devletleri ve insan hakları konusundaki değerlendirme ve açıklamalarını ciddiye almak zorunludur, AİHM kararlarını tanımıyorum denilemez, dış güç safsatalarıyla hukuk dışılık örtülemez, hele insan hakları ihlallerini, yargı kararlarının uygulanmamasını dile getiren sözleşme kurallarına uyulmasını isteyen büyükelçiler istenmeyen adam ilan edilemez, edilirse anlaşmalardan doğan yaptırımlarla yüz yüze kalınır, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin girişimlerine engel olunamaz.  Kırılgan ve batık ekonomiyle, zik zak siyasetiyle bu girişimlere karşı direnilemez, nitekim açıklama Viyana Sözleşmesi’nin 41.maddesine uyumlu denilince direnilemedi, tek adamın “talimat verdim” sözü boşluğa düştü, direndik yaygarasının aksine kuzu kuzu kabullenildi. Avrupa Konseyi, AİHM kararına uyulmasını, hukuk dışılığın önlenmesini, tutukluların tahliye edilmesini bekliyor, sözleşmeye uyulmaz tutuklular serbest bırakılmazsa yaptırımların ardı ardına devreye gireceği vurgulanıyor.

 

Çağımız, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi çağıdır, artık insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi konuları ülkelerin iç işi olmaktan çıkmış, evrenselleşmiştir.  Temel hak ve özgürlükler konusunda hukuku tanımam, ben yaptım oldu dönemi bitmiştir, çünkü dünya küçülmüş, iletişimdeki gelişmenin etkisiyle kimsenin gizlisi saklısı kalmamıştır. Sorun efelenmekle değil, çağın gereklerine, ulusal ve evrensel hukuk kurallarına uygun davranmakla giderilir.

 

 Bir ülkenin bağımsızlığı, laik demokratik sosyal hukuk devletinin varlığı, yönetimlerin akıl ve bilime dayalı tutarlı siyaset izlemesi, üretici özgür toplum ve güçlü ekonomi yaratmasıyla mümkündür. Bu ilkelere aykırı yöntemler ve söylemler palavradan öte değildir, kendisini ve yandaşlarını kandırır, ama dünyayı ve insanlığı kandıramaz.  

 

            Hem Reis hem Bahçeli, Osman KAVALA’yı Sorosçu, Selahattin DEMİRTAŞ’ı Terörist ilan etti. Bir hukuk devletinde, sıfatı, konumu ne olursa olsun, hakkında verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadan kimse suçlanıp mahkûm edilemez, çünkü Anayasa’nın 15 maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde belirtildiği gibi, “suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”   

 

Terörle Mücadele Kanunu’nun 2.maddesinde Terör Suçları, 3.maddesinde Terör amaçlı suçlar sıralanmış ve sayılmıştır. Bir kimse bu maddelerden yargılansa bile kesinleşmiş mahkeme kararı olmadan suçlu sayılamaz, Sorusçu ve Terörist ilan edilemez. Dokunulmazlık arkasına sığınarak önüne geleni suçlu saymak, hakaret etmek suçtur, cezai ve hukuki sorumluluğu vardır. Ayrıca da böyle bir niteleme “hukuk devletini” koruyup kollayacağı üzerine ant içmiş milletvekiline ve devlet adamına yakışmaz. Biri kalkıyor, “Anayasa mahkemesi karına saygı duymuyorum” diyor, öteki “Anayasa Mahkemesi kapansın” diye kampanya yürütüyor.  Yargıdan şikâyet edenler Yargı’yı en çok yıpratanlardır, bunların başında da iktidar yanlısı siyasiler gelmektedir. Bunlar biliyorlar ki Yargı serbest kalırsa, en çok kendileri zarar görecek. O nedenle HSK eliyle, hâkim ve savcı atamalarıyla tepeden tırnağa Yargıyı kontrol etmeye, baskı altında tutmaya, suç ve suç tanımı yapmaya çalışıyorlar, tabi ki adaleti itibarsızlaştırıp ülkeye yazık ediyorlar.  

 

            Türk askerinin yurtdışına gönderilmesi ve yabancı devlet askerinin ülkeye davet edilip konumlandırılması TBMM kararıyla mümkündür; ancak bunun ülke yararına bir amacı ve belirli bir süresi olması gerekir. Şimdiye kadar çıkan tezkerelerde süre 6 ay veya en fazla 1 yıl olarak belirlenirken son tezkerede 2 yıl olarak öngörülmüş, ek olarak Yabancı Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye’de bulunmasına onay istenmiştir.

 

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen ucube sisteme geçene kadar yetkinin kullanılması, seçilmiş başbakan ve bakanlardan oluşan Bakanlar Kurulu’na (Hükümete) ait iken, şimdi Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan, taraflı davranan, iktidar partisinin başkanı olan kişiye ait bulunmaktadır. Sorumsuzluğu olan tek kişinin bu yetkiyi kullanması büyük bir risktir.

 

Tezkere Meclise sunulmadan önce, asker göndermeyi ve yabancı asker bulundurmayı öngören düzenleme için kamuoyunun bilgilendirilmesi ve kamuoyunda tartışılması gerekirken, bu yapılmamış ve toplum ne olduğunu bilmeden, risklerini anlamadan TBMM’si karara bağlamıştır. Bu durum, halk iradesine dayanan cumhuriyetin ve demokrasinin ilkelerine ve dolaysıyla Anayasa’ya aykırıdır.

 

            Tezkerede, “Türkiye’nin milli güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terör örgütlerinden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı milli güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Türkiye’nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye’nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 2 Ekim 2014 tarihli ve 1071 sayılı TBMM kararı ile verilen ve son olarak 7 Ekim 2020 tarihli ve 1266 sayılı TBMM kararı ile 30 Ekim 2021’e kadar uzatılan izin süresinin, 30 Ekim 2021’den itibaren 2 yıl uzatılmasına dair cumhurbaşkanlığı tezkeresi” denilmektedir.

 

            Tezkerede adı geçmemekle beraber, Türk Silahlı Kuvvetlerinin…yabancı ülkelere gönderilmesi yetkisinden yola çıkarak, Tezkere’nin Suriye ve Irak’ı kapsaması yanında Libya’yı da kapsadığı anlaşılmaktadır.   

 

            Bu tezkere, Türkiye’nin güvenliğinden öte AKP iktidarın ömrünü uzatma amaçlıdır.  Türkiye’nin güvenlik ihtiyacı, sınır ötesi hareket yapmak ve yabancı ülkelere asker göndermek olamaz. Olması gereken, Irak, Suriye ve Libya’da merkezi hükümetleri destekleyerek, iç barışlarını ve ülke bütünlükleri korumalarına yardımcı olmaktır. Hâlbuki iktidarın ve başının yaptıkları, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da dinci, şeriatçı, ihvancı örgüt ve yapılara destek olmak, bu ülkelerin iç huzurunu bozmak,  parçalanmalarına zemin oluşturmak sonucunu doğurmaktadır. Bu tezkerenin ülkemizde ve bu ülkelerde huzura, barışa bir katkısının olmayacağı çok açıktır. 1980’den bu yana Suriye ve Irak topraklarına ayrılıkçı grupların eylemleri gerekçe gösterilerek sayısız askeri harekât yapılmıştır, sonuç ortadadır. Emperyalizm Irak’ı parçalamış, Suriye’yi parçalamaya çalışması,  Anavatan ve AKP iktidarının izlediği yanlış politikalarla, ABD ve Rusya komşumuz olmuş, bunların karıştırmasıyla yaşananlar iç sorun olmaktan çıkmış, bölgesel soruna dönüşmüştür.  Irak ve Suriye’nin iç huzuru ve toprak bütünlüğü sağlanmadan,  dinci ve ırkçı partiler iktidardan düşmeden bu sorunun çözülmesi, ülkemizin huzur bulması ve barış ortamının oluşması mümkün görülmemektedir.

           

            Daha adil,  özgür ve eşitlikçi bir dünya işçi sınıfının önderliğinde emeğin iktidarı ve sosyalizmle mümkündür.

 

            Bu duygularla Cumhuriyetimizin 98 yılını kutlar, sonsuza dek yaşaması dileği ile başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere emeği geçenleri selamlar, şükranlarımı ve saygılarımı sunarım. 29 Ekim 2021

                                                                                    Av. Mehdi BEKTAŞ