Sabih Kanadoğlu
Türk Hukuk Kurumu Başkanı
Aniden gündeme sokulup, giderek “Uludere” ye ve Diyanet İşleri Başkanlığına (DİB) ve
laiklik ilkesine ulaşan kürtaj sorunu çok boyutlu bir konudur. Gündem değiştirmede
mahir ve başarısı tartışmasız olan siyasi iktidar, öncelikle Uludere faciasını unutturma
yanında, dindar kesimi tatmin etme ve DİB’i fetva makamına çıkarma ile birlikte laiklik
ilkesinde yeni, onarılmaz bir yara daha açmayı hedeflemiş görünmektedir.
Kürtaj sorununun hukuksal boyutu, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinde (İHAS) ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İHAM) kararlarında yer almaktadır. İHAS ın 2 nci
maddesinde düzenlenen “yaşam hakkı” cenin ile ilişkilendirilmekte, 8 nci maddesinde
yer alan “özel hayat hakkı” ise hamile kadın veya baba adayını ilgilendirmektedir.
Kürtaj işlemi ise kesin yasaktan başlayan ve tam serbest bırakılmasına kadar çeşitlilik
gösteren bir çizgide uygulanmaktadır. Kadının hayatını kurtarmak, fiziki veya ruhi
sağlığını korumak amacı dışında, tecavüz veya ensest ilişkilerde, ceninin eksik veya
kusurlu olması halinde, ekonomik veya sosyal sebeplerle ve nihayet hamilenin isteği
üzerine çeşitli ülkelerde yasaklanmış veya tamamen serbest bırakılmıştır. Sayılan
seçeneklerin tamamını Avrupa’da yasaklayan iki ülke Malta ve Vatikan’dır. İstek
üzerine kürtajı yasaklayan ülkeler, iki ülkenin yanında Polonya, Finlandiya, İzlanda,
İrlanda, İngiltere, Andora, Portekiz, San Marino, İspanya, Lichtenstein, Lüksemburg,
Monaco ve İsviçre’dir. Kalan diğer tüm Avrupa ülkelerinde ise serbesttir. İHAM
çeşitliliği gözeterek Vo/Fransa davasında, 08.07.2004 tarihinde Büyük Daire Kararı
olarak, İHAS ın ceninin yaşam hakkının korunmasını öngörmediğini, Avrupa’da
bilimsel ve hukuki olarak yaşamın başlangıç konusunda görüş birliği bulunmadığını, bu
nedenle, devletlerin konuyu düzenlemekte geniş takdir yetkisine sahip olduklarını
belirtmiştir.
Son olarak, İHAM ın R.R/Polonya davasının 26.05.2011 tarihli Daire Kararında da,
devletlerin, kürtajın yapılabileceği halleri düzenleme konusunda geniş takdir yetkisine
sahip olduğu, uygulamanın açıklık taşıması gerektiği, özellikle fiziki ve ruhi sağlık
sebepleri yanında, mutluluğa dayalı kürtajın yasaklanmasının özel hayat hakkına
müdahale oluşturduğu belirtilmiş, bu nedenle yasaklanma halinde dahi, hamile
kadının görüşlerinin bir merci tarafından dinlenip incelenmesi ve verilecek kararın
gerekçeli olması gerektiği vurgulanmıştır.
Kuşkusuz, demokratik ve laik her ülkede hukuki düzenlemeler dini inançlar dışında
yapılmak zorundadır. Dinin, o dinin mensuplarına inanca uygun yol gösterme görevi
olsa da yaşamı hukuksal düzenleme hakkı yoktur. Devlet halkına sağlık, huzur,
mutluluk ve refah sağlamakla yükümlüdür. Açıklanan nedenlerle özel hayata yapılmak
istenen müdahaleyi karşılamak siyasi bir mücadeleyi gerektirecektir.
DİB, 3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı yasa ile kuruldu. Yasanın 1. maddesi ile İslam
dininin inanç ve ibadet ile ilgili bütün hükümleri ve dini kuruluşların idaresi
Başkanlığın ilgi ve yetkisine bırakıldı. DİB, 1961 ve 1982 Anayasalarında, bir Anayasal
Kurum haline getirildi ve devlet, din işlerini bu devlet dairesi ile yürütme görevini
pekiştirdi. 1982 Anayasasının 136 ncı maddesi uyarınca DİB, görevini laiklik ilkesi
doğrultusunda ve siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak yerine getirme
zorundadır. DİB in varlığı, hemde görevinin sınırları, tarihin ve ülke koşullarının doğal
sonucudur. Laikliğin tanımı, Anayasanın başlangıç bölümünün 5 nci paragrafında ve
24/son maddesinde yer almaktadır. Amacı, devletin hukuki temel düzeninin kısmende
olsa din kurallarına dayandırmayı ve dinin siyasete alet edilmesini önlemektir. DİB’in
çalışma biçim ve sınırı açıklanan, tanımlar ile doğrudan bağlantılıdır. Bu nedenle hiçbir
Diyanet İşleri Başkanı, kendisinde şeyhül‐İslam yetkisinin varolduğu vehmine
kapılamaz ve fetva niteliğinde algılamaya yol açabilecek açıklamalarda bulunamaz.
Hele, siyasi iktidarın, kürtaj ile Uludere arasında bağlantı kurmasından sonra iktidarı
destekler nitelikte “haram‐cinayet” benzerliği kurarak, beyanat hiç veremez. Sayın
Başkan, Diyanet’in 1983 teki açıklamasıyla düştüğü çelişkiyi ve nedenini mutlaka
açıklamak zorundadır.
Siyasi iktidarın, 24.11.2003 günlü Resmi Gazete de yayımlanan “Diyanet İşleri
Başkanlığı Kuran Kursları ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliği”nde yapılan
değişiklikle başlayan çalışmaları, Anayasanın 136 ncı maddesinde yer alan DİB’in
“laiklik ilkesi doğrultusunda” ibarelerinin çıkartılması istemine ulaştı. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti laiktir. DİB, bir devlet dairesi olarak elbette “laiklik
doğrultusunda” görev yapacaktır. Alınan asıl hedef Anayasanın 24/son maddesidir.
Sıra geldiğinde içi boşaltılmış, yozlaştırılmış, sulandırılmış “Laiklik” ilkesinin, bu haliyle
kalmasında sakınca görülmeyecek ve olgun hale getirilmiş DİB ile ayrı ayrı veya ortak,
el ve gönül birliğiyle amaçlanan hedefe ulaşılmak istenecektir.