Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
(Ulus Gazetesi; 6 Şubat 2012)
Çağdaş dünyada ortaya çıkan yenilikler ya da gelişmeler, bir süre sonra Türkiye’ye gelmektedir. Soğuk savaş sonrasında giderek açık bir toplum olmaya başlayan Türkiye’de, teknolojik gelişmeler hızla takip edilebilekte, ne var ki yaşamın diğer alanlarındaki kimi kavramların ve uygulamaların yerleşmesinde aynı hız görülmemektedir. İnsancıl hukuk konusu da Türkiye’de ele alınması ve tartışılması gecikmiş bir kavramdır.
İkibinli yılların başında Birleşmiş Milletler (BM), Cenevrede’ki merkezine bir “İnsancıl Hukuk Fakültesi” kurarak, 21.yy’da savaşları bütünüyle ortadan kaldırablimek ve barış ortamını her durumda sürekli kılabimek için, bilmisel çalışmalrla birlikte, uluslararsı örgütlerde ve alanlarda görev yapanlara insancıl hukuk programını başlatmışlardır. BM’nin kurucu üyesi olan Türikye’de de, insancıl hukuk ile ilgiil doktora ve master teszleri hazırlanmış ve ayrıca bazı hukuk fakültelerinin müfredat programlarında insancıl hukuk, insan haklarından ayrı bir biçimde yer almıştır. Durum bu iken, kamuoyunda insan hakları kavramı kadar insancıl hukuk konusu pek fazla ele alınmadğı için, bu konduda genel bir bilgisizlik durumu sürüp gitmektedir. Bu nedenle de bazı yanlış anlaşılmalar ya da kasıtlı olarak siyasi amaçlı bilgi saptırmaları yapılmaktadır.
Uluslararası Zorunluluk ve Insancıl Hukuk
Insancıl hukun ne olduğunu anlayıp anlatabilmek için, konuya hukunun ne olduğunu açıklamakla başlamak yerinde olur. Hukuku ulusal anlamda, topluda kişilerin birbirleri ile ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen kurulların bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Ulusal hukun alanı ve içeriği, ulusal ve yasala organların yürürlüğe koyduğu hukuk kuralları ile belirlenir. Hukkun bir de devletlerin birbirleri arasındaki ilişkiyi düzenleyen yönü vardır. Buna da uluslararası hukuk denilmektedir. Uluslararası hukukun kaynağı; temel hukuk ilkeleri, uluslararası andlaşmalar ve uluslararası yargı makamlarının verdikleri kararlardır. Çağdaş dünyada ulusal hukuk kadar, uluslararası hukuk da önemli ve yaşamın hemen her alanında varlığını göstermektedir.
On dokuzuncu yüzyılın son döneminde, uluslararası alanda silahlı çatışmaları ve savaşları önlemek üzere; ortaya konulan sözleşmeler ve Milletler Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşı’nı önleyemediği için, insanlık büyük kayıplara uğramıştır. İki büyük dünya savaşı sırasında milyonlarca insanın kaybı üzerine, insanlığı bir üçüncü dünya savaşı tehlikesine karşı korumak için Birleşmiş Milletler örgütü kurulmuş ve insan hakları temelinde, bütün dünyayı kalıcı bir barış düzenine kavuşturma yönünde girişimlerde bulunulmuştur.
Birleşmiş Milletler örgütü, bir uluslararası “İnsan Hakları Sözleşmesi” ilan ederek, çalışmalarına başlamış, daha sonraki yıllarda birçok özel alanda yeni yeni uluslararası hak ve özgürlükler ve bildirileri ilan etmiştir. Barış koşullarında bu örgüt tarafından ilan edilen bütün insan hakları sözleşmeleri, üye ülkeler tarafından dikkate alınmış ve böylece uluslararası alanda bir insan haklan düzeni, devletlerin hukuk düzenlerine paralel bir çizgide gündeme gelmiştir. Böylece; Birleşmiş Milletler örgütü, uluslararası alanda kalıcı bir barış düzenini, insan hakları sözleşmeleri üzerinden oluşturmağa çalışmıştır. Bildirgeler genel ya da özel olarak insanların sahip olduğu bütün temel hak ve özgürlükleri bir anlamda uluslararası güvenceye alarak, evrensel barış için, bir insan hakları hukukunun zaman içerisindeki oluşumunu tamamlamışlardır.
Birleşmiş Milletler Kuruluşu; bir yandan insan hakları bildirgeleriyle kalıcı bir barış ortamını kurarken, diğer yandan da aldığı kararlar ve çeşitli girişimlerle, her türlü silahlı çatışma ve sıcak savaşları önleyebilme doğrultusunda bir insancıl hukuk kavramını gündeme getirmiştir. Bu bağlamda, savaş ortamındaki masum insaların korunmasına yönelik uluslararası düzeyde bir hukuk dalı gelişmeye başlamıştır.
İnsancıl Hukukun Anlamı
Birleşmiş Milletler, ürkütücülüğü ve korkunçluğu nedeniyle, kararlarında ve resmi belgesinde “savaş” sözünü kullanmamamya özen gösterdiği için, Birleşmiş Milletler çatısı altında, insancıl hukuk “Humanitarian Law” adı ile gelişmiştir.
İnsancıl hukuku aşağıdaki gibi tanımlamak mümkündür:
-Her türlü silahlı çatışma ve benzeri sıcak gerginlik ortamında, silahlı çatışma ve sıcak savaşa taraf olamayan, masum (sivil) insanların korunması hukukudur.
-Silahlı çatışmalardan doğabilecek bütün zararların önlenmesi ve sivil halkın bu gibi tehditlere karşı korunmasını sağlayan kurallar bütünüdür. (1)
-İnsancıl hukuk, hem uluslararası hem de uluslararası olmayan nitelikte, silahlı çatışmalardan kaynaklanan insani sorunları düzenlemeye yönelik oluşturulmuş hukuktur.
-Çatışmalardan zarar gören ya da görebilecek toplum kesimlerini ve onların mal ve mülklerini koruyan sözleşme ya da teamül kökenli hukuk kurallarıdır.
Soğuk savaşın sona ermesinden sonra gündeme gelen küreselleşme aşamasında terör olgusu, eskisine oranla daha fazla gelişme göstermiş ve bir anlamda küresel terör olarak bütün dünya ülkelerini tehdit etmeye başlamıştır. Bölücü girişimlerin, terörü bir araç olarak kullanması birçok ülkede iç barışı bozmuş, bazı ülkelerde ise sıcak savaşı aratmayan çatışma ortamları yaratmıştır. Her egemen devletin uluslararası hukuka göre, iç çatışmaları bastırmak, gerekli önlemleri almak dış çatışmalardan kendini koruma hakkına sahip olmak aynı zamanda kamu düzeninin korunması açısından da insancıl hukuk ayrı bir önem taşımaktadır.
İnsan Hakları ve İnsancıl Hukuk
İnsancıl hukuk; savaş hukuku, silahlı çatışma hukuku ve insan hakları hukukundan farklı fakat, onunla ilişkisi olan bir hukuk dalıdır.
İnsancıl hukuk, insan haklarını önleyen bir hukuk olmadığı gibi insan haklarını tamamlayan, destekleyen, yardımcı olan ve bütünleşen bir hukuktur. Çünkü insan haklarının dayandığı temel hak olan yaşam hakkının korunması gibi insancıl bir amaca hizmet etmektedir. Ayrıca silahlı çatışma ortamında devreye girerek, temel hak olan yaşam hakkını korumaya yönelik bir hukuktur. Bu yönü ile insancıl hukuk, insan haklarının da güvencesi durumundadır.
İnsancıl hukuk, sıcak savaş ortamında devreye girerrek, barış ortamında sağlanan insan haklarını korumakta; bozulmuş olan barış düzeninin yeniden kurulmasına hitmet ederek, hem insanların can güvenliğini hem de insan haklarına dayalı hukuk düzenlerinin yeniden geçerlilik kazanmasını sağlayabilmektedir. Bu yanı ile insancıl hukuk, insan haklarının tehdit edildiği aşamada, karşılıklı çatışmaya yönenlik gelişmelerin önünün kesilmesi yönünden insan haklarının güvencesi olmaktadır. İnsan hakları hukuku çoğunlukla barış ortamında insan haklarını düzenleyen kurallar iken, savaşın olmadığı ancak savaşa dönüşebilecek ortamlarda insancıl hukuk insanların korunmaları doğrultusunda devreye girerek, doğrudan insan haklarına katkı sağlamaktadır. Bu yönü ile insancıl hukuk, hem barış ortamının bozulmasını önlemekte, hem de silahlı çatışıma durumunun savaşa dönüşmesini önleyecek bir ara hukuk konumunda olmaktadır.(2)
Silahlı çatışma durumlarında devlet düzenlerinin korunması kadar insanların, en temel hakkı olan yaşamlarının güvence altına alınması da hukuk devleti olmanın gereğidir. Devletler; üzerlerine düşen görevleri yerine getirirken, hem barışa hem de insanlığa karşı işlenen suçlarda, silahlı çatışmaları önlemek ve bunların yarattığı zararları karşılamak(3) durumundadır.
İnsan hakları hukuku, devlet ile birey, grup, halk arasındaki ilişki ve çelişmeyi düzenler. Bu hukuk dalında her durumda çelişmenin bir tarafında devlet bulunmaktadır. İnsan hakları, devlet ile yönetilenler arasında devlet içi ilişkiden kaynaklanmış ve yönetileni devlete karşı korumayı amaçlamaktadır. Uluslararası insancıl hukuk, silahlı çatışmalarda ve diğer şiddet olaylarında temel insan haklarını koruma ile ilgilenmektedir. İnsancıl hukuk sadece devletin silahlı gruplarını bağlamaz, onlara bağlı diğer silahlı grupları ve bireyleri de bağlar. Uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda böylesi ilkelerin uygulanması, silahlı grubun meşruluğu ile bağlantılı değildir.
Öte yandan; Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Nükleer Silahlar Konusundaki Tavsiye Kararı’nda uluslararası insancıl hukuk ile insan haklan hukuku arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. Divan, hukukun iki farklı yapısı olduğunu ve savaş durumunda bir taraf hukuka uygun bir şekilde zarar görmedikçe insan hakları hukukunun uygulanmasına devam edileceğini teyit etmiştir. (4) Buna karşın, her iki hukuk dalının birbirinden ayrı iki hukuk alanı olduğundan kuşku yoktur.
İnsancıl Hukukun Kaynağı
İnsancıl hukukun kaynağı; ilk çağlardan sonra hukuk tarihinde insanı merkeze koyan hümanist gelişmedir. Orta çağ sonrasında Rönesans ve Reform hareketleri ile başlayan Aydınlanma Devrimi, aynı zamanda insanı en üst değer olarak ele alan hümanist yaklaşımı da gündeme getirmiştir. İnsan merkezli hukuk anlamındaki gelişmeler, hümanizmi güçlü bir düşünce akımı olarak öne geçirmiştir. Temel hak ve özgürlüklere paralel olarak, insanların temel hakları ve özgürlükleri de dokunulmazlık kazanmıştır. 19. yy’ın ikinci yarısında sömürge imparatorulkları büyük savaşlara yönelip, hegemonya mücadelesi içine girildikçe, uluslararası alanda savaşları önleyecek bir uluslararası hukukun yaratılmasına yönelik girişimler olmuştur. Bu girişimler sonucunda; 20.yy’a girerken, her türlü savaş ve silahlı çatışma ortamında sivil halkı, yaralıları, esirleri ve medeniyetin ortak üretimi olan kültür eserlerinin korunması ile ilgili uluslararası düzeyde sözleşmeler imzalanmış ve butün devletlerin bu sözleşme hükümlerine uymaları istenmiştir. Kısaca; Cenevre anlaşmaları adı verilen bu insanığı ve medeniyeti koruma sözleşmeleri, BM’nin kurulmasından sonra yeniden ele alınarak; evrensel düzeyde savaşlara ve silahlı çatışmalara karşı, insanlığını korunması hedeflenmiştir. Savaşları önlemek ve barışı sürekli kılmak amacıyla oluşturanan BM örgütü böylece; uluslararası alanda geçerli olmak üzere insancıl hukuk girişimini başatmıştır. Her türlü savaşa ve silahlı çatışmaya karşı insancıl hukuk evrensel çözüm yolu olarak, BM aracılğı ile gündeme getirilmiştir. Bu bağlamda; uluslararası sorumluluklar açısından, ilgili taraf devletlerin sözleşmelerde belirtilen suçlar ile ilgili olarak, gerekli önlemleri almak gibi yükümlülükleri insancıl hukuk düzeninin iyi yürümesi açısından gerekli görünmektedir.(5)
Uygulamada İnsancıl Hukuk
Dünya barışını tam olarak gerçekleştirmek üzere kurumuş olan BM örgütü, çeşitli ülkelerde ya da bölgelerde ortaya çıkan silahlı çatışma olaylarının önlenmesi için bir çok karar almıştır. Her olayın ortaya çıkışı, diğerlerrinden farklı olduğundan, Birleşmiş Milletler komisyonları özel durumları inceleyerek; barışın, güvenliğin ve kamu düzeninin yeniden sağlanmasını, bazen Genel Kurul, bazen de Güvenlik Konseyi üzerinden almaktadır. Barışın yeniden sağlanması doğrutusunda BM organlarından insancıl hukuk yaratan kararalar ve raporlar resmen ortaya konulmuştur. Her türlü silahlı çatışmanın önlenmesi doğrultusunda uluslararası alanda, BM dünyanın çeşitil bölgelerinde devreye girerek, barış ve kamu düzenini sağlamakta öncülük etmektedir. Eski Yuguslavya Devleti’nin dağılması sürecinde yaşanılan olaylar ve BM öngütünün silahlı çatışmaların önlenmesi doğrultusundaki girişimleri, uygulama açısından insancıl hukukun uygulanmasına önemli bir örnek oluşturmuştur. Özellikle küreselleşme aşamasında gündeme gelen silahlı çatışma olaylarında, BM örgütünün daha etkili bir biçimde devreye girerek, evrensel barışın ve devletlerin kamu düzenleri açısından çözüm ürettiği görülmektedir. (6)
İnsancıl Hukukun Yaptırımı ve İhlali
İnsancıl hukukun yaptırımları açısından, ceza mahkemesinin yokluğu, zamanla tamamlanmış ve özel mahkemelerin ötesinde bir genel yargılama sisteminin kurulmasından sonra, evrensel barışın korunması doğrultusunda insancıl hukuk, daha fazla etkili olmağa başlamıştır. Güçlü bir yaptırım sisteminin gerçekleştirilebilmesi için, Birleşmiş Milletler ile uluslararası ceza mahkemesinin ortak çalışmaları yarar sağlamıştır. Uluslararası belgelerdeki hakların ve ceza düzenlemelerinin iç hukuk düzenlerine yansıtılmasıyla birlikte, insanlığa ve barışa karşı işlenen suçların hak ettiği cezaları alması daha da kolaylaşmıştır. İnsancıl hukuk kurallarının ihlaline karşı, ortak bir uluslararası yaptırım sistemi öngörülmesi, adaletin sağlanması açısından daha yararlı bir düzen getirmiştir.
Normal koşullarda devletler arasında görülmesi mümkün olan silahlı çatışmaların, bu kez terör örgütleri ve devletler arasında olmakta ve bu nedenle de tam anlamıyla bir savaş yerine, günümüzde asimetrik bir çatışma ortamı oluşmaktadır. Böylesi ortamlarda; devletler zayıflar, terör örgütleri güçlenirse, var olan kamu düzeninin çökmesi kaçınılmaz olur. Doğal olarak devlet ulusal ve uluslararası hukuk düzeni içinde varlığını, egemenilğini ve hukuk düzenini korumak durumundadır. Bu koşullarda insancıl hukuk devreye girerek, en temel hak olan yaşam hakkını ortadan kaldıran terör eylemlerinin önünün kesilmesini (7) sağlamalıdır. Ne var ki, kimi emperyalist devletlerin küresel hegemonya planları doğrultusunda, terörist eylemleri desteklemeleri ve korumaları nedeniyle; şimdiye kadar sıcak çatışma ya da silahlı eylemleri durduracak kesin bir düzen kurulamamıştır. Terörü bir siyasal silah olarak kullanan emperyal devletler, silahlı çatışmaları kışkırtırlarken, insan haklarını sıfır noktasına getiren durumlar yaratmakta ve bu yüzden insancıl hukuka olan gereksinim daha da artmaktadır. İnsancıl hukuk mağdur, saldırgan ya da meşru müdafaa hakkını kullanan bütün taraflara eşit olarak uygulanmak durumundadır. Terörist eylemleri önlemek ya da bastırmak için alınan önlemlerin çoğu silahlı çatışma niteliği taşımaz. Terör ile ilgili bilgi toplama, kamu kumumları arasında işbirliği, mal varlıklarına el konulması, teröre yardımcı devletlere diplomatik ya da ekonomik baskı uygulanması gibi önlemler insancıl hukuk açısından tamamlayıcı girişimlerdir.
İnsancıl hukukun ihlalleinin devletler ve uluslararası kuruluşlar tarafından kesin olarak engellenmesi durumunda, bu hak daha da anlam kazanacaktır. Bu bağlamda; Birleşmiş Milletler örgütü bu açıdan bütün dünya devletlerine ve uluslararası kuruluşlara öncülük yapmak durumundadır. Ciddi yaygın ve sürekli insan hakları ihlalleri iç mesele olmanın ötesinde, algılanmaya başlandığı için, uluslararası kuruluşlar üzerinden devletler topluluğu insanlık adına silahlı çatışma ortamlarının önlenmesi doğrultusunda durumlara müdahale edebilmektedir. İnsancıl hukuk kurallarının ihlallerinin önlenmesinde, bireysel sorumluluğa dayalı bir sistem giderek öngörülmektedir. İnsancıl hukuka kesin olarak uyulmasının sağlanmasıyla, evrensel barış düzeni güvenlik kazanacağı ve düşmanlıkların önleneceğini, insanlık barışına hizmet etmek isteyen kişi, kuruluş ve yöneticiler bilmeli, Birleşmiş Milletler çatısı altında imzalanan uluslararası sözleşmeler doğrultusunda insancıl hukuk gündemde tutularak, barışa yönelik zararlar onarılabilmelidir.(8)
İnsancıl hukuku esas alan BM, hertürlü karar ve uluslararası belgelerde, “savaş” kavramını kullanmayarak, bu kavramı insanılığın zihninden silmeye özen göstermektedir. Böylece; devletlerarası ilişkilerde ve uluslararası bütün portokollerde savaş kavramı devre dışı bırakılmakta; “silahlı çatışma”, “dolaylı çatışma” ya da “düşük yoğunluklu çatışma” gibi düzenleyici hükümlere yer verilmektedir. Özellikle, uzun süren terör eylemleri ve bunların neden olduğu silahlı çatışma ortamları, tam anlamı ile savaş olmadığı için, savaş hükümleri doğrultusunda ele alınmamakta ama bu durumlar, barış ve kamu düzenini de ortadan kaldırması nedeniyle, yeni hukuki düzenlemelere gerek duyulmaktadır. Barış ortamlarında, insan hakları metinleri uygulamaya kaynaklık etmekle birlikte, sıcak çatışma ortamlarında yaşam hakları ortadan kalkmış ve tehlike altında olan insanların hukukunun korunmasında bir boşluk doğmaktadır.
Birleşmiş Milletler örgütü, savaşları önlemek kadar, silahlı çatışmaların önlenmesinde de, etkin çalışmalar yürütmektedir. Ne var ki, bugünkü aşamada savaş ortamları, düşük yoğunluklu çatışma ortamına dönüştürüldüğüne göre, Cenevre sözleşmeleri de geride kalmıştır. Savaşların önlendiği, barışın bir uluslararası örgüt tarafından küresel düzeyde etkinleştirildiği bir yeni aşamada, barışı bozan ama savaş niteliğini göstermeyen silahlı çatışma ve benzeri güvensizlik ortamlarını insancıl hukuku geçerli kılacak doğrultuda yeniden düzenleyecek yeni uluslararası sözleşmelere gerek duyulmaktadır. Özellikle küresel sermaye ve var olan devlet düzenleri arasındaki tırmanan gerginlikler açısından konu ele alınısa; daha geçerli düzenlemelerin Cenevre sözleşmelerinin daha gelişmiş biçimiyle tehlike altındaki insanların korunması gerekmektedir. İnsancıl hukuk, barış düzeninde insan haklarını koruduğu ve savunduğu gibi yeni dönemde var olan devletlerin kamu düzenleri ve bölgesel barışı tehdit eden silahlı çatışmaların, en kutsal hak olan yaşam hakkının ortadan kaldırmasına karşı sivil halk kitlelerini ve bütün insanlığı en üst düzeyde koruma altına alacak ve onların gereksinmelerini karşılayacak yeni düzenlemelere yapılmalıdır. Böylece; insancıl hukuk, temel insan halarının en üst düzeyde korunmasına güvence olacakıtr.
SONUÇ
İnsancıl hukuka ilişkin temel kurallar, tüm uluslararası toplumun ortak çıkarlarını ilgilendirmesi nedeniyle, tüm devletler ve insanlık için önemli ve bağlayıcıdır. Uluslararası sözleşmeler doğrultusunda uluslararası ortamda sıcak çatışma bölgelerine müdahale etmesine devletler direnerek ulusal çıkarlarını koruma yoluna gitmektedirler. Silah teknolojilerinde tüm insanlığı ya da uygarlığı yok edebilecek derecede gelişmelerin ortaya çıkması üzerine, insancıl hukuk daha da önem kazanmıştır. Teknolojik gücün kontrol altına alınması, bugünün koşullarında insancıl hukukun ana sorunu haline gelmiştir. İnsanlığın geleceği için, insancıl hukukun bütün güçleri kontrol edebilmesi gerekmektedir. İnsan hakları eğer insancıl hukuk ile tamamlanırsa, evrensel barış korunabilecektir.
“Arap baharı” ile Orta Doğu’da başlayan sıcak gelişmeler ve silahlı çatışmalar, merkezi coğrafyada insancıl hukuk arayışını gündeme getirmektedir. Küreselleşme sürcei ile birlikte, ABD ordularının Orta Doğu’ya gelmesi, Körfez ve Irak savaşlarının bölgedeki devlet düzenlerini bozması üzerine, bir buçuk milyon insan hayatını kaybetmiştir. Sivil halk kitleleri büyük zarara uğramış, ibadet yerleri tahrip edilerek, bölgede din ve mezhep savaşlarına elverişli bir ortam yaratılmıştır. Savaş rüzgarlarının geride kaldığı yeni dönemde, Irak’taki oterite boşluğu, bölge için büyük tehlike yaratmakta ve bu ülke üzerinden komşu ülka olan; Suriye, Türkiye, İran, Ürdün ve Azarbaycan devletlerinin topraklarına yönlik terör eylemleri ile sıcak çatışmaya yönelik ortam kendiliğinden gündeme gelmektedir. Irak Savaşı sonrasında doğan oterite boşluğu, bölge devletlerini terör ya da sıcak çatışma olaylarına kaydırarak, kamu düzeninin ve bölgesel barışın tehdit edecek boyuta ulaşmaması için, Orta Doğu bölgesinde Birleşmiş Milletler öncülüğünde, insancıl hukuk alternatifinin düşünülmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Kaynak:
(1) Ayşe Nur Tütüncü, İnsancıl Hukuka Giriş, İstanbul 2006, s. 1-2.
(2) Hüsnü Öndül, İnsancıl Hukuka Giriş, İnsan Hakları Akademisi, 1998, ihd.org. tr
(3)Şule Özsoy, insancıl Hukukun Gelişimi, TODAİE İnsan Hakları yıllığı, Cilt: 19-20, 1997-1998, s. 111-112.
(4) Ezeli Azarkan, “uluslararası İnsancıl Hukuk ve Birleşmiş Milletler Operasyonları”, http://hukuk.erzincan.edu.tr/dergi/makale/2006
(5) Emre Ökten, Terörüzm, İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları, derin yayınları, istanbul 2007, s. 70-74.
(6) Ezeli Azarkan, http://hukuk.erzincan.edu.tr/dergi/makale/2006
(7) Emre Ökten,a.g.y., s. 250 ve devamı.
(8) Şule Özsoy, a.g.y. , s. 124-125.