Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
İnsan hakları, çağımızın en önde gelen kavramlarından birisidir. Yirminci yüzyılda çok önemli değişimleri gündeme getirmiş olan bu büyülü kavram, yirmi birinci yüzyılda ilerlerken de gene önemli yenilikleri öne çıkarmaktadır. İnsan hakları hiç kimsenin karşı çıkamayacağı ve sonuna kadar desteklemek durumunda olduğu en üst düzeydeki hukuksal değerlerdir. İlk çağlarda insanı her şeyin ölçüsü olarak ele alan hümanist felsefenin başlattığı süreç, iki bin yıl sonra insan hakları olarak devam etmekte ve bu dünyada binlerce yıldır sürüp gelen yaşamın daha adil ve haklılık esaslarına dayalı olmasını sağlamaktadır. Tarihin her döneminde insanı esas alan görüşler zamanla gelişerek yaygınlık kazanmış ve tüm insanlığa yol göstererek bugünkü uygarlık düzeyine erişilmesinde büyük katkılar getirmiştir. İnsanlığa karşı çıkan, insanları ezen ve toplumları baskı altında tutan tüm yönetim biçimlerine karşı insancı akımlar tepki olarak gelişmiş ve insanlığın günümüze kadar hak ve hukuk yolunda ilerlemesine yardımcı olmuştur. İnsanlık tarihi incelenirse, insana karşı baskıcı ve çıkarcı yönetimler ile insan ve insan haklarını en büyük değer olarak ele alan hümanist ya da insancıl akımların karşılıklı çatışmalarının sürekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu doğrultuda gelişmeler gösteren insan hakları, yirmi birinci yüzyılda ilerlerken beraberinde insancıl hukuku da oluşturarak daha güçlü bir yapılanmayı gündeme getirmektedir. (1)
İnsanların sahip olduğu temel hak ve özgürlükler, bütün bir insanlık tarihi boyunca yaşanan mücadelelerin sonucudur. Tarihin her döneminde insan toplulukları çeşitli biçimlerde var olmuşlar ve yaşamlarını sürdürebilmek için sosyal ve siyasal örgütler oluşturmuşlar ve zamanla farklı devlet ve toplum düzenlerini gündeme getirmişlerdir. Bazen kurulan düzenler hak ve özgürlükler açısından kısıtlayıcı olmuş, bazen de var olan düzenlerin daha da gelişmesi doğrultusunda hak ve özgürlükler mücadelesi yeni yaşam düzenlerinin ortaya çıkmasına yardımcı olmuşlardır. Geçen yüzyıla kadar hak ve özgürlükler, temel hak ve özgürlükler hukuk doktrini ve uygulamalarında yer almış, iki büyük dünya savaşı yaşandıktan sonra Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla beraber yayınlanan İnsan Hakları bildirisiyle, uluslararası hukukun ana belgesini meydana getirmiştir. Britanya İmparatorluğu’nun hegemonyasına karşı bir bağımsızlık devrimi gerçekleştiren Amerikalıların yayınladığı ABD Hak ve Özgürlükler Bildirisi ile, krallık rejiminin baskı ve zulmüne karşı bir özgürlük devrimi gerçekleştiren Fransız halkının gerçekleştirdiği cumhuriyet devriminin ilan ettiği İnsan hakları bildirisi, tarihsel süreç içerisinde insan haklarını öne çıkararak bugünkü gelişmelerin önünü açmıştır. İki büyük devrimin baskı ve otoriteye karşı insan haklarını esas alan bir çıkış olarak gerçekleşmesi modern çağlardaki insancıl gelişmelerin çıkış noktası olmuştur.
Büyük sömürge imparatorlukları ve güçlü ulus devletler yirminci yüzyıla girerken bir savaş sürecine girdikleri için, bu aşamada her türlü uluslararası silahlı çatışmaları önleme, barış ve kamu düzenlerini kurma doğrultusunda yapılan sözleşmeler birinci dünya savaşını önleyememiştir. Bu büyük cihan savaşı sonrasında İkinci Dünya Savaşını önleyebilmek üzere, “Milletler Cemiyeti” adı altında bir evrensel örgütlenme oluşturulmuştur. Ancak böylesine büyük girişimlere rağmen gene de İkinci Dünya Savaşı önlenemeyince, yirminci yüzyılın ikinci yarısına girerken Birleşmiş Milletler örgütü daha güçlü bir yapılanma ile oluşturularak, insan hakları bütün dünyayı kapsayacak bir yaygınlık içerisinde uluslararası bir “Birleşmiş Milletler Bildirgesi” ile güvence altına alınmıştır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra, bütün dünya ülkelerinde insan hakları Birleşmiş Milletler güvencesi altına girmiştir. Böylece; dünyada insan hakları çağı başlarken, dünya savaşları sonrasında ortaya çıkmış olan soğuk savaş düzenleri sarsılmağa başlamıştır. İnsan haklarının teker teker sayılarak uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınması, bütün devletler üzerinde evrensel bir denetim mekanizması getirmiş ve böylece, hiçbir devlet yönetimi kendi halkına hukuk dışı yollardan zulüm ve baskı uygulayamaz hale gelmiştir. Uluslararası insan hakları düzeni ulusal hukuk sistemlerinin üstünde bir yere sahip olmuştur.
Evrensel insan hakları düzeninin, Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde ve güvencesinde devreye girmesiyle beraber, temel hak ve özgürlüklere karşı çıkan ya da bunları siyasal amaçlı istismar eden Birleşmiş Milletler örgütü üyesi devletlere karşı, evrensel koruma sistemi çerçevesinde insani müdahale arayışları gündeme gelmiştir. Soğuk savaş yıllarında yaşanan küresel gerginlik ortamında ikinci planda kalan bu müdahale konusu, küreselleşme döneminde daha da öne çıkmış ve bir anlamda bütün dünya ülkelerine yönelik yeni bir müdahaleci yapılanmanın aracı olarak insani müdahale konusu Birleşmiş Milletler üzerinden dünyanın çeşitli ülke ve bölgelerinde uygulama alanına getirilmiştir. Batı dünyasının geçmişten gelen büyük emperyal devletleri yeni bir hegemonya arayışı içerisinde insani müdahale konusunu başka yerlere çekerek siyasal çıkarları doğrultusunda yönlendirmeğe kalkışmışlar, bir anlamda insani müdahale konusu yeni dönemdeki emperyalist yayılmanın etik mazereti ya da hukuki gerekçesi görünümünde göstermelik olarak kullanılmak istenmiştir. Birleşmiş Milletlere üye olan devletlerin sınırlarına ve iç işlerine karışılmaması bir ana ilke olarak örgüt üyeleri tarafından kabul edilmiştir. Buna rağmen insani müdahalenin yeniçağı olarak adlandırılan küreselleşme döneminde, küçük ve orta boy devletler, batı bloğunun büyük ve emperyal devletlerinin istediği doğrultuya getirilmeleri çizgisinde, insani müdahale mekanizmasının açıktan siyasal ya da ekonomik amaçlı müdahalelere dönüştüğü görülmüştür. Bu nedenle, insan hakları alanındaki adımlar bir evrensel insancıl hukukun gelişmesi doğrultusunda ilerlerken, insan hakları ve insani müdahale konularının siyasal çıkarlar doğrultusunda istismar edilmesi yüzünden bir evrensel insancıl hukuk sistemi oluşturulamamıştır. (2)
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yanı sıra, bu örgütün öncülüğünde birçok insan hakları protokolleri genel kurul kararları ile kabul edilerek uygulama alanına getirilmiştir. İnsan hakları alanında var olan ana sorunlar ile ilgili olarak birçok tamamlayıcı metin uluslar arası protokol statüsünde kabul edilmiş ve bir anlamda bu büyük örgütün direktifleri olarak üye ülkelere yol gösterici bir doğrultuda uygulanmaya başlanmıştır. Barış döneminde, bütün üye ülkeler tarafından uygulanması bir anlamda zorunlu olan insan hakları metinleri, sıcak olaylar ya da silahlı çatışmalar aşamalarında devre dışı kalabilmekte ve bu yüzden de çok büyük oranda insan hakları ihlalleri ile karşılaşılmaktadır. İnsan hakları protokollerinin geçerliliğini ve yürürlülüğünü, barış dönemlerinde sağlamakla görevli olan Birleşmiş Milletler örgütü, barış ve kamu düzeni ortamlarını herhangi bir biçimde ortadan kaldıran silahlı çatışma ya da sıcak gerginlik durumlarında da devreye girebilmektedir. Bu gibi durumları önlemek, silahlı çatışmalara ya da sıcak gerginliklere gönderilecek barış heyetleri aracılığı ile son vermek durumundadır. Herhangi bir ülke ya da bölgede barış ve kamu düzeni tehlikeye sürüklenirse, o zaman Birleşmiş Milletler barış elçileri ya da heyetlerini sıcak yerlere göndererek, bu gibi olumsuz durumlara son verecek ya da büyümesini önleyecek çeşitli girişimleri yapmak zorundadır. Barış elçileri ya da heyetlerinin başarısız kaldığı aşamalarda ise bu kez Birleşmiş Milletler barış güçleri genel kurul ya da güvenlik konseyi kararları doğrultusunda devreye girerek, silahlı çatışmaları önlemek ve yeniden bu gibi olumsuz durumların ortaya çıkması ihtimallerinin önünü kesmek doğrultusunda görevlerini yapmaktadırlar. Böylece; Birleşmiş Milletler çatısı altında oluşturulmuş olan evrensel insan hakları düzeninin ihlali durumunda, bu gibi aykırılıkları ortadan kaldırmak üzere bir yaptırım sistemi geliştirilerek dünya barışı güvence altına alınmak istenmiştir.
Milletler Cemiyeti ve daha sonrasında geliştirilen Birleşmiş Milletler yapılanması, insanlık tarihinin ortaya koyduğu savaş ve silahlı çatışmaların yarattığı yıkımların önüne geçilebilmesi için gerçekleştirilmiştir. İki yüz den fazla devletin yer aldığı dünya haritası üzerinde tüm sıcak çatışma noktalarını kontrol altına almak artan nüfus yüzünden giderek zorlaşırken, insan hakları bildirilerinin ya da uluslar arası protokollerin sıcak çatışma ortamlarında da geçerli olmalarının sağlanması için çaba gösterilmesi gerekmektedir. İnsan hakları metinleriyle ve uygulamalarıyla toplumsal barışın sağlanamadığı ve kamu düzeninin korunamadığı yerlerde uluslar arası mekanizmaların devreye girerek sonuç alması ve bozulmuş olan kamu düzeni ve barış ortamını yeniden tesis etmesi gerekmektedir. Bu görev de günümüzde Birleşmiş Milletler örgütünün olduğu için sıcak olayları ve silahlı çatışmaları sona erdirecek ve gerginliği azaltacak adımların bu örgütün öncülüğünde atılması gerekmektedir. İşte Birleşmiş Milletlerin her yolu deneyerek yeniden barış ortamı ve kamu düzeni içerisinde insan hakları protokollerini geçerli kılacak çabalar göstermesi, insan haklarının ötesinde bir insancıl hukuk uygulamasını beraberinde getirmektedir. Bu yönü ile insancıl hukuk insan haklarının bittiği ya da devre dışı kaldığı silahlı çatışma ortamında, sivil halkı ve masum insanları koruyarak silah atışlarının yarattığı her türlü zararın önlenmesini ya da karşılanmasını sağlayarak bir anlamda insan hakları protokollerindeki temel hak ve özgürlükleri yeniden tesis edebilmenin adıdır.
İnsan hakları sözleşmelerinin ya da uluslararası protokollerinin temel hak ve özgürlüklerin korunmasında yeterince etkili olamaması durumlarında ya da geçerliliğini yitirdiği aşamalarda insancıl hukukun kendiliğinden devreye girmesi gerekmektedir. Birleşmiş Milletler ya da bu örgüte bağlı uluslararası kuruluşlar aracılığı ile insancıl hukuk üzerinden, insan haklarının geçerliliğinin sağlanması yönünde çeşitli öneriler geliştirilmiştir.(3) Birçok ülke günlük yaşam düzenini sürdürmek üzere varlığını koruyarak sürdürmeğe çalışırken, beklenmedik silahlı çatışma ya da terör olayları ile karşı karşıya kalabilmektedir. Bir ülkenin terör ile karşı karşıya kalarak, sivil halkın büyük zarar görmesi ya da hiç beklenmedik durumlar karşısında, maddi manevi zararın ortaya çıkması durumunda Birleşmiş Milletlerin hemen devreye girmesi insancıl hukuk anlayışının bir gereğidir. Bu gibi durumlarda; zarar görenlerin korunmasını gerçekleştirecek olan Birleşmiş Milletler sözleşmeleri devreye girerek, insancıl hukuk aracılığı ile insan hakları sözleşmelerinin normal koşullarda sağlayamadığı koruma gerçeklemiş olacaktır.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında savaş ve silahlı çatışma mağdurlarına dönük koruma işlevleri uluslararası sözleşmeler ile belirlenmiştir. Daha sonraki aşamalarda, her türlü sıcak olay ya da silahlı çatışmaların önlenmesine yönelik bir düzenleme sürecinde savaş hukuku geride kalmış ve tüm resmi belgelerden savaş sözcüğünü çıkartan, Birleşmiş Milletler örgütünün öncülüğünde insancıl hukuk dönemi başlatılmıştır.
Birleşmiş Milletlerin küresel düzeyde büyük savaşları önlemesiyle beraber devletlerarası çekişme ve çatışma olayları yeni dönemde terör ya da benzeri silahlı çatışma olayları olarak gündeme gelmiştir. Ne var ki, terör ile ilgili konularda Birleşmiş Milletler üyesi olan devletler bir türlü anlaşmaya varamamışlar ve bu kavramın tam olarak tanımı doğrultusunda bir uzlaşma gerçekleştirilemediği için bütün ülkeleri bağlayıcı bir hukuk düzeni oluşturulamamıştır. En temel hak olarak yaşam hakkını ortadan kaldırdığı için insan haklarını sıfır noktasına getiren teröre karşı iyi niyetli çabalar ile bir uluslar arası hukuk oluşturulmağa çalışılmış, terörist saldırıların ve bombalamaların önlenmesi ile terörün finansmanının önüne geçilmesi konularında iki uluslar arası sözleşme imzalanarak yayınlanmıştır. Uluslararası terör ile ilgili bütünüyle kapsayıcı bir sözleşme çıkartamayan Birleşmiş Milletler konuyu bölümlere ayırarak terörün önlenmesi ve finansmanına öncelik vermiştir. İki binli yıllara girerken imzalanan bu sözleşmelerden sonra, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ondan fazla karar alarak insan haklarının teröre karşı korunması ve terör eylemleri sırasında insancıl hukukun devreye girerek en zor ve kritik anlarda bile insan haklarına güvence sağlamasını gerçekleştirmeğe çaba göstermiştir. Terör ile mücadele doğrultusunda Birleşmiş Milletler çatısı altında gerçekleştirilen uluslar arası sözleşmeler doğrultusunda Avrupa Birliği’nde iki binli yılların başlarında terör ile mücadele çerçeve kararını alarak, uluslar arası alanda insan haklarını güvence altına almağa ve bu durumu insancıl hukuk ile tamamlamağa öncelik vermiştir. (4)
Soğuk savaşın son dönemlerinde giderek öne çıkan ve özellikle üçüncü dünya ülkeleri üzerinde fazlasıyla yıkıcı etkiler yaratan terör olayları barış ortamını ve kamu düzenlerini ortadan kaldırırken, sivil halk kitlelerine fazlasıyla zarar vermiş ve birçok masum insan bu yüzden en temel hakkı olan yaşam hakkını yitirmiştir. Bir yandan Birleşmiş Milletler örgütü kendisine bağlı uluslar arası kuruluşlar aracılığı ile dünyanın her bölgesinde her türlü savaşı önlerken ve silahlı çatışmaları önleyici sistemler geliştirirken, devletlerarası rekabet ve bazı eski sömürgeci büyük batı devletleri yeniden küresel hegemonya düzenleri oluşturmağa yöneldiğinde terör ve benzeri silahlı çatışma olayları yeniden gündeme gelmiştir. Tam olarak savaş kavramıyla tanımlanamayacak bu gibi durumlar barış ve savaş ortamları arasında bir ara ya da orta kademe oluşturduğu için, bu gibi durumlar yeniden ele alınarak farklı bir biçimde tanımlanmaya çalışılmıştır. Bu gibi durumları yeterince açıklayabilmek için düşük yoğunluklu çatışma teorisi geliştirilmiştir. Dünya yeni bir yüzyıla girerken, yaşanmakta olan değişim süreci uluslar arası kuvvetler dengelerini etkilemiş ve güvenlik stratejilerini kökten sarsmıştır. (5) Savaş olmayan ama barış ortamını da ortadan kaldırarak insan hakları açısından ciddi tehditler oluşturan silahlı eylemler ya da terör olaylarına düşük yoğunluklu çatışma tanımlaması getirilmiştir. Uzun süren terör olaylarının yaşandığı bölgelerde, devlet egemenlikleri devam ederken ve devletlerin kendi ülkelerinde iç işlerine karışılmazlık ilkesi sürerken, her devlet kendi sınırları içerisindeki ülkesinde kamu düzenini ve barış ortamını sağlamakla yükümlüdür. Normal durumlarda Birleşmiş Milletler ya da herhangi bir uluslararası örgütün olay yeri devletine müdahale etmesi düşünülemez. Ne var ki, bir devletin kendi ülkesinin herhangi bir bölgesini o devletin sınırları dışına çıkararak, farklı bir devlet oluşumuna gidilmesi için sürdürülen uzun süreli teröre de düşük yoğunluklu çatışma adı verilerek, devletlerarası rekabet, çekişme ya da hegemonya girişimleri sonucunda doğan bu gibi durumlar düşük yoğunluklu çatışmalar kategorisinde ele alınabilmektedir. (6)
İnsan haklarının bir uzantısı hatta onun bir tamamlayıcısı olan insancıl hukukun, açıkça tanımlanabilmesi ya da sınırlarının belirlenebilmesi için, günümüzün hukuk ve siyaset bilimi araştırmalarında öne geçen haklı savaş kavramı önem kazanmaktadır. Siyasal amaçlı saldırılar, hegemonya kurma girişimleri ya da devletlerarası rekabet düzeninde silahlı eylemlerin ya da benzeri çatışma ortamlarının yaratılmasıyla beraber haklı ya da haksız savaş kavramı da gündeme gelerek tartışma konusu olmuştur.(7) İnsanların bütün temel haklarının en üst düzeyde gerçekleştirilmesini amaçlayan insan hakları hukukunun, böylesine kutsal bir amacı sağlayamadığı durumlarda uluslararası hukuk düzeninde insancıl hukukun bir anlamda yaptırım olarak devreye girmesiyle, silahlı çatışma ortamı yaratan terör eylemlerinin sivil halk kitlelerine ve masum insanlara zarar vermeleri önlenebilmektedir. Siyasal amaçlı, hegemonya düzeni kurmağa ya da yeni emperyal planlar oluşturmağa dönük bütün silahlı eylemler ya da terör olayları haksız savaş kapsamı içerisinde düşünülmektedir. Bu gibi silahlı çatışma ortamlarında insancıl hukukun kendiliğinden düşünülmesi ve zarar gören insan haklarının yeniden onarılarak bu doğrultuda bir kamu düzeni tesis edilmesi, hem uluslar arası hukuk hem de hukuk devleti düzenleri açısından gerekli bulunmaktadır. Teröre ve benzeri silahlı çatışma ya da isyanlara karşı hukuk devletleri içinde kalarak önlem alınabileceği gibi uluslar arası hukuk açısından da insancıl yaklaşımlar geliştirilebilmektedir. Her silahlı çatışma olayının farklı boyutlarda gündeme gelmesi nedeniyle hepsi için geçerli bir Birleşmiş Milletler genel kararı ya da protokolü hazırlanamamış ama her sıcak olay ile ilgili olarak hem genel kurul hem de güvenlik konseyinde kararlar alınabilmiştir.
Devletlerarası rekabet, küresel ya da bölgesel hegemonya planları ile yeni sömürgecilik doğrultusunda çeşitli ülke ya da devlet düzenlerini parçalamaya yönelik emperyal planların ortaya çıkardığı silahlı eylemlerin yarattığı zararlar ve mağduriyetler hukuken karşılanmak istendiğinde gene insancıl hukukun dikkate alınması gerekmektedir. İnsancıl hukuk açısından en önemli ölçü sivil halk kitlelerinin korunması ve haksız silahlı eylemlerin yaratabileceği bir haksız dolaylı çatışma ortamından masum insanların zarar görmesinin önlenmesidir. Hukuk düzenleri her türlü olayı ve ilişkiyi karşılıklı olarak düzenlediği için silahlı eylemlerde ya da sıcak çatışmalarda tarafların iyi belirlenmesi gerekmektedir. Savaşlar devletlerarasında olurken, devletlerin taraf olmadığı ya da tek taraflı bir konuma sürüklenerek asimetrik bir çatışma ortamına sürüklenmesi aşamasında terör ve benzeri yıkıcı saldırıların yaratabileceği saldırılara karşı gene insancıl hukuk önlemlerinin düşünülmesi önem taşımaktadır. Askeri ve sivil hedeflerin ayrılması, sivil yerleşim yerlerinin korunmasına öncelik verilmesi, belirli bir bölgeyi tehdit eden dolaylı ya da düşük yoğunluklu çatışma oluşumlarına karşı uluslar arası insancıl hukukun öngördüğü önlemlerin öncelikli olarak ele alınması gerekmektedir. Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde oluşturulan La Haye ve Cenevre sözleşmelerinin bugünün koşullarında ortaya çıkan yeni durumları dikkate alarak yenilenmesi gerekmektedir. Silahlı çatışmaların savaşa dönüşümü önlenirken, önlenemeyen silahlı eylemlerin barış ortamını tehdit etmesine karşı bu doğrultuda atılacak yeni adımlara ve sözleşmelere gereksinme duyulmaktadır. Barışı bozan ama savaş denilemeyecek silahlı eylemleri ya da genel olarak kabul edilen deyimi ile düşük yoğunluklu ya da dolaylı çatışma ortamlarında insan haklarını bütünüyle güvence altına alabilecek yeni insancıl hukuk protokollerinin gene Birleşmiş Milletler çatısı altında hazırlanması dünya barışı açısından zorunlu görünmektedir.
Yaşamsal bir zorunluluk olmadıkça her türlü savaş ya da silahlı eylemin bir cinayet olarak kabul edilmesi genel olarak benimsenen bir yaklaşım biçimi olarak insancıl hukuka öncülük etmiştir. Ne var ki, haklı ve haksız ayırımlarını gündeme getiren çeşitli siyasal ya da hukuki yaklaşımlar genel anlamda bir ortak tavrı önlemiş ve bu yüzden günümüze kadar düşük yoğunluklu çatışma ortamları terör eylemleri sayesinde sürüp gitmiştir. Emperyal planlar, hegemonya projeleri devletlerarası rekabet ortamında giderek öne çıktıkça farklı yaklaşımlar daha da artmakta ve bu yüzden terör gibi temel kavramların tanımında kalıcı bir çözüm olarak anlaşma sağlanamamaktadır. Terör ile ilgili kapsayıcı bir uluslar arası sözleşmenin bütün üye devletlerin katılımı ile gerçekleştirilemediği bu aşamada farklı yaklaşımlar yeni bir uluslar arası hukuk düzeninin oluşumunu engellemekte ve insancıl hukuku arayışlarını da yarım bırakmaktadır. Devlet olmayan bazı örgütler ya da yeni bir devlet kurmak amacıyla yola çıkan farklı kuruluşlar, kendi projeleri doğrultusunda hareket ederlerken, insancıl bir hukuk düzeninin evrensel boyutlarda gerçekleştirilmesi gibi bir kutsal hedefe erişilmesini önlemektedirler. Uzlaşma ya da anlaşma ortamlarından uzaklaşmalar da silahlı çatışma ya da terör eylemleri için elverişli ortamlar yaratabilmektedirler. Etnik sorunlar ve kültürel hakların da farklı boyutlarda ele alınması ya da algılanmaları da anlaşmazlık ortamının sürüp gitmesine yol açmaktadır. Ekonomik hakların bir yana bırakılarak, kültürel haklara öncelik verilmesi de tartışma ortamlarını tırmandırmakta ve çözüm üretilmesini önlemektedir. Temel kavramlarda anlaşmazlık, ortak tanımların geliştirilememesi, insan hakları arasında ayırım yapılması da böylesine bir olumsuz süreci iteklemektedir. (8)
Yaşam hakkı her türlü hakkın üstünde en güçlü bir biçimde güvence altına alınması gereken en temel bir haktır. Her türlü çatışmanın ya da gerginlik ortamlarının tehdit ettiği bu en temel hakkın güvence altına alınabilmesi için hem ulusal hem de uluslar arası düzeylerde önlemlerin alınması ve hukuk sistemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Sivil halk kitlelerinin ve masum insanların silahlı çatışmalara ya da terör saldırılarına karşı tam olarak korunabilmeleri için aynı zamanda işkence ve kötü muamele yasaklarının da bir kamu gücü aracılığı ile uygulanabilmesi gerekmektedir. Var olan devlet düzeni ya da uluslar arası hukukun getirmiş olduğu insan hakları ile ilgili bütün koruma sistemlerinin devrede olması ve en üst düzeyde korumanın sağlanabilmesi için de her türlü olumsuz ihtimal dikkate alınarak gereken girişimlerin tamamlanabilmesi zorunludur. Ayrıca, yargı sistemi ile ilgili güvencelerin ve hakların da gene kamu gücü aracılığı ile sağlanarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Sivil statülerin sağladığı insan haklarıyla ilgili koruma sisteminin ortadan kalktığı ya da kaybedildiği noktalarda, gene insancıl hukuk adımlarının atılması ve bu doğrultuda insan haklarını asgari düzeyde güvence altına alabilecek sistemlerin oluşturulması gerekmektedir. Mutlak kayıplar, kısmen mahrumiyetler ile beraber muhtemel zararlar da dikkate alınarak hareket edilmeli sivil toplumun ve halk kitlelerinin her türlü saldırı ya da tecavüze karşı kendini koruma doğrultusunda bir meşru müdafaa hakkı bulunduğu dikkate alınmalıdır. Silahlı çatışma ya da terör benzeri her türlü saldırıya karşı, bunları önleyecek düzeyde güçlü önlemler geliştirilebilmeli ve böylece barış ortamının korunması sağlanabilmelidir. İnsan hakları barış ortamında bir güvence olarak bütün dünyada geçerliliğini en üst düzeyde koruyabilmeli, barış ortamının ya da kamu düzenlerinin silahlı eylemler ile tehdit altına girdiği aşamalarda ulusal ya da uluslararası düzeyde insancıl hukuk önlemleri kurtarıcı olarak devreye girebilmelidir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1-Anıl Çeçen, İnsan Hakları, Ankara 2000, s. 1-5.
2-Y. Özdek, Uluslararası Politika ve İnsan Hakları, İstanbul 2000, s. 11-91.
3-Gündüz Aktan, Hukuki Altyapı, 23. 8. 2005 tarihli köşe yazısı.
4-İbrahim Kaya, Terör ile Mücadele ve Uluslararası Hukuk, Ankara 2005, s. 235 vd.
5-Mesut Hakkı Caşin, Uluslararası Terörizm, Nobel yayın, Ankara 2008, s. 593 vd.
6-Mehmet Ali Kışlalı, Güneydoğu-Düşük Yoğunluklu Çatışma, Ümit yayıncılık, Ankara I996, s. 25-45.
7-Hasan Serdar Hoş, Haklı Savaş ve İnsancıl Hukuk, Yüksek Lisans tezi, Ankara Hukuk Fakültesi, Ankara 2011, s. 153 vd.
8- A. Emre Öktem, Terörizm, İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları, Derin yayınları, İstanbul 2007, s. 414-439.