İNAT KANALI

  Kurumumuz Üyesi Prof Dr. Hikmet Sami Türk’ün yazılı açıklaması :

 “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde ‘çılgın proje’ olarak ortaya attığı Kanal İstanbul ya da –doğru Türkçe isim tamlamasıyla– İstanbul Kanalı Projesi, O’nun kişisel projesi niteliğindedir.

Uzunluğu 45 kilometre, genişliği 120 metre olacak İstanbul Kanalı’nın açılması konusunda toplumsal bir istem yoktur. Kamuoyu yoklamalarında düşüncesi sorulan yurttaşların büyük çoğunluğu, böyle bir kanalın gereksiz olduğu görüşünde birleşmek-tedir. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2020 Ağustos ayında ibbweb üzerinden yaptırdığı bir çevrimiçi (online) ankete katılan 606.317 kişinin verdiği cevaplar, oransal olarak şöyledir: % 1.7 için fark etmez, % 34.1 destek veriyor, % 64.2 istemiyor.  

Uzmanlarca da şimdiye değin İstanbul Kanalı’nın yararlarından çok, çeşitli yönlerden sakıncaları dile getirilmiştir: Kanal, farklı özelliklere sahip Karadeniz ve Marmara’yı birbirine bağlayacağı için doğal dengeleri ve ekosistemi bir daha geri dönülemeyecek şekilde bozacak, deprem riskini veya şiddetini artıracak; Trakya’yı ikiye bölerek karayolları sistemini birçok yerde kesintiye uğratacak, dolayısıyla birçok yerde gemilerin geçebilmesi için açılır-kapanır köprüler yapılmasını zorunlu kılacak ve karayolları trafiğini aksatacak;  Kanal ve köprüler ile bunların işletilmesi için gerekli diğer tesislerin inşaat maliyeti, kanal güzergâhında bulunan arazilerin kamulaştırma bedelleriyle birlikte çok yüksek tutarlar ödenmesini gerektirecektir. 2018 yılında Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın İstanbul Kanalı ile ilgili sunumunda 20 milyar dolar olarak tahmin edilen inşaat maliyeti, bu günkü kur (1 $ = 7.2270 TL) üzerinden 144.540,  yaklaşık 145 milyar TL eder. 

Konunun uluslararası hukuk bakımından da önemli bir yönü var. Eğer –Cum-hurbaşkanı Erdoğan’ın bazı konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla– 20 Temmuz 1936 tarihli Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin İstanbul Kanalı hakkında uygulanmaması düşünülüyorsa; bu, Montreux Sözleşmesi’nin kanal yoluyla dolaylı olarak çiğnenmesi anlamına gelecektir. Böyle bir durum ise, Boğazlar üzerinde Türkiye’nin tam egemen-liğini kuran ve 85 yıldır yürürlükte olan Montreux Sözleşmesi’ni  tartışmalı hâle getirir.

Öte yandan  8 Ocak 2020 günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le birlikte vanasını açtığı Türk Akımı, Rus doğalgazını Karadeniz’in altından döşenen boru hatlarıyla Türkiye ve Avrupa ülkelerine ulaştıracak; bu ve Kuzey Akımı gibi yeni boru hatlarının devreye girmesiyle İstanbul Boğazı’ndan geçen tankerlerin sayısı, dolayısıyla İstanbul Kanalı için başlıca gerekçe olarak gösterilen deniz trafiğinin yoğunluğu büyük ölçüde azalacaktır.

Bütün bunlara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan, vaktiyle ‘çılgın proje’ olarak nitelediği İstanbul Kanalı’nı açmaktan vazgeçmiyor. ‘Kanal İstanbul’u inadına yapacağız.’ açıklaması, bu konuda ne kadar kararlı olduğunu gösteren yeni bir çıkıştır. Fakat bu ısrar, yanlış bir tutumdur. Hiçbir demokratik devletin başkanı, vatandaşlarıyla inatlaşmaz. Eğer İstanbul Kanalı yapılırsa bu, bir İnat Kanalı olacaktır.  

Doğru olan, deprem riskini veya şiddetini artıracak olan İstanbul Kanalı için harcanacak milyarlarca lira parayla depreme dayanaksız binaların kentsel dönüşümünü yapmaktır.” 

(26.2.2020)