16 Nisan 2017 tarihinde Anayasa değişikliği için yapılan halkoylamasında yaşanan hukuka aykırılıklar sonucuna gölge düşürmüştür.
Halkoylamasında taraf olan siyasi partilerin eşit olanak ve koşullarda yarışmadıkları, Anayasa değişikliğine “evet” oyu kullanılması için kampanya yapanların devletin bütün olanaklarından sonuna kadar yararlandıkları, siyasi iktidarın, halkın ve temsilcilerinin kendilerini ifade etme, propaganda, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma özgürlüklerini, olağanüstü hal koşullarını kullanarak kısıtladığı, “hayır” oyu lehindeki görüşlerin propaganda ortamını daralttığı, üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin ve AGİT’in tarafsız gözlemcileri tarafından da teyit edilen bir gerçektir.
Bu koşullar altında yapılan halkoylaması sırasında ortaya çıkan usulsüzlüklerin YSK tarafından onaylanması da, sonucu etkileyebilecek nitelikte olup, baştan beri sürdürülen dengesizliğin, oylamanın güvenilirliğini sağlamakla görevli denetim organı tarafından da devam ettirildiğini ortaya koymaktadır.
YSK’nın, 135/1 sayılı Genelgesinin 43. maddesinde “tercih” mühründen başka bir mühür basılmasının geçersiz sayılacağı ilan edilmiş olmasına karşın, oylama günü verdiği 559 sayılı kararla, “evet” mührünün basıldığı oy pusulalarının geçerli sayılmasına karar vermesi, hukuk güvenliğini sarsan bir tutarsızlık olduğu kadar, “evet” damgası basan mührün, oy pusulasının “evet” tarafına basılması gerektiği yolunda yanıltıcı etki yaratabilecek nitelikte bir aykırılıktır.
YSK Başkanı’nın, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 101. maddesinin, arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulalarının geçersiz sayılacağına ilişkin açık hükmüne karşın, bu pusulaların geçerli sayılacağını açıklaması ise, halkoylamasını denetleyen organın, yasa kurallarını ciddiye almadığını, diğer bir deyişle, keyfilikten kaçınmadığını göstermektedir. Bu bağlamda, mühürsüz oy pusulalarının bazı sandık görevlileri tarafından sonradan mühürlenmesi de, usulsüzlüğü gidermek şöyle dursun, daha da ağırlaştırmıştır.
Hukukumuzda, genel ve yerel seçimlerin ve halkoylamalarının bağımsız yargı denetimi güvencesinden yoksun olmasının yarattığı eksikliğin yanına bir de, yürürlükteki yasa kurallarının hiçe sayılması eklenince, halkın tercihlerinin, sonuçları ne ölçüde belirlediği kuşkulu olmaktadır. 16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği halkoylamasının sonucu da, YSK’nın keyfi tutumu nedeniyle kuşku uyandırmıştır.
YSK’nın, üyesi bulunduğumuz Avrupa Konseyi’nin saygın anayasa hukuku uzmanlarından oluşan Venedik Komisyonu’nun 19.3.2007 tarihli Halkoylamalarında Gözetilmesi Gereken Uygulama Kuralları’nda öngörülen güvencelere 16 Nisan 2017 halkoylamasında uyulmamış olduğunu, özellikle de, sonuçlara itirazların yargı denetimi güvencesinden yoksun bulunduğunu göz önünde tutarak, yasaya aykırılıkların ve usulsüzlüklerin gerçekleştiği sandıkların bulunduğu bölgelerde sonuçları iptal etmesi ve halkın tercihlerinin sandığa tam olarak yansımasını sağlamak için seçimlerin yinelenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, Türkiye’nin, zaten, halkoylamasına sunulan Anayasa değişiklikleriyle tartışmalı hale gelen demokrasi ve hukuk devleti olma niteliği, bütünüyle zedelenecektir. Bunu önlemek için, iç hukukta yargısal çözüm bulunmadığı takdirde, konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınabilecek durumdadır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Av. Yaşar Çatak
Türk Hukuk Kurumu Başkanı