Ana SayfaArşivBasın DuyurularıGidecek yeri ve yaşanmaya değer bir hayatı olmadığına inanan bir genç kızın...

Gidecek yeri ve yaşanmaya değer bir hayatı olmadığına inanan bir genç kızın ardından sosyal hukuk devletine bakış

 

Yeni yılın ilk günlerinde basında çıkan haberlere göre, Sibel Ünli adlı 20 yaşında üniversite öğrencisi bir genç kız, bir süre önce sosyal medyada, “gidecek yerim yok, yaşanmaya değer bir hayatım da …” mesajından sonra, yemekhane kartında 1 lira 40 kuruş parasının kaldığı mesajını paylaşmış ve sonunda canına kıymıştır. Yine, basın haberlerine göre, Sibel Ünli, çalışmak için iş aramış fakat bulamamıştır.

Bu haber üzerine yazımızın başlığı “Gidecek yeri ve yaşanmaya değer bir hayatı olmadığına inanan bir genç kızın ardından ağıt” olabilirdi, ya da, keder ve utanç yüklü başka bir başlık … Ancak, zaman, ağıt yakma, kedere gömülme zamanı değil; zaman, görevlileri göreve çağırma ve Sibel Ünli’ler için acil çözüm üretme zamanıdır. Görev Devletindir, çözüm üretecek olanlar da, Devletin, en tepeden aşağıya doğru, tüm görevlileridir.

Devletimiz, kimlik ve görev belgesi olan Anayasasıyla, insanlarımıza onurlu bir yaşam hakkı tanımayı ve aynı zamanda bu hakkı gerçekleştirmeyi görev edinmiştir. Bu görev, Devletimizin sosyal devlet olma niteliğinden doğmaktadır. Bu görevi yerine getirmemenin bedeli, yitip giden ömürler ve canlardır. Bu ağır bedel karşısında hiçbir mazeret geçerli değildir. Nitekim, Anayasanın 65. Maddesi, “mali kaynakların yetersizliği” mazeretini ileri sürerek, insanlarımızın onurlu yaşam hakkını gerçekleştirme görevini savsaklayabilecek veya yerine getirmekten kaçınabilecek olan görevlilere, “görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri”ni gözetmeleri gerektiğini buyurmuştur. Bu bağlamda, şu sorulmalıdır: Görevliler, insanımızın onurlu yaşam hakkının gerçekleştirilmesine öncelik vermekte midirler ?    

Sosyal devletin sosyal kurumlarından hiçbiri, 20 yaşındaki Sibel Ünli’ye “gidecek yerim yok, yaşanmaya değer bir hayatım da …” dedirten kahredici koşullarını hafifletecek birşey yapmamıştır. Bu koşullardaki insanlarımıza el uzatacak sosyal kurumlarımız ve parasal olanaklarımız yoksa, bu, insanımızın onurlu yaşam hakkının gerçekleştirilmesi görevinin ihmali ve önceliklerin gözardı edilmesi değil midir ?

İnsanımızın onurlu yaşam hakkının gerçekleştirilmesi, buna uygun yaşam standardının sağlanması anlamına gelir. 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Sibel Ünli’ye insan onuruna yakışan bir yaşam standardı sağlanmış olsaydı, bu genç kız, umutsuzluğun karanlık girdabına kapılıp canına kıymayacaktı.

İnsanları, bunalımdan bunalıma sürükleyen yoksulluk aynı zamanda sağlığı da bozmaktadır. Sosyal devletin görevlileri buna çözüm bulmak zorundadır. Öğrencilere verilen kredilerin, yaşlı aylıklarının, muhtaçlara yapılan yardımların, asgari ücretlerin ve benzeri sosyal ödemelerin, insanları ayakta tutmaya ve sağlıkları bozulmadan yaşamlarını sürdürmeye yönelik olmaları gerekmektedir. Bu ödeme ve ödeneklerin durdurulması gündeme geldiğinde, hak sahibinin sağlığı bozulmadan yaşantısını sürdürüp sürdüremeyeceğinin gözetilmesi ve uygulamanın bireyselleştirilmesi, sosyal devlet açısından olduğu kadar, insan hakları açısından da zorunludur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, sosyal ödemelerin sağlığı bozacak ölçüde yetersiz olmasının, insanlık dışı muamele olarak nitelendirildiğine ilişkin kararları bulunduğunu hatırlatmak isteriz.

Görevlilere, insanlarımızın onurlu yaşam hakkını gerçekleştirmeye öncelik vermeleri görevini hatırlatıyor ve onlardan, bu görevi yerine getirme yolunda görünür bir çaba göstermelerini bekliyoruz.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

                                                  Av. Yaşar Çatak

                              Türk Hukuk Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı