19.12.2013
Av. Mehdi BEKTAŞ
Her seçim döneminde sınıfsal nitelikli sol hareketler ve partiler, düzeni ve
düzen partilerini teşhir etmeyi sever, kampanya açar, yürütür; seçimlerin çözüm
ve çare olmadığını ilan eder.
Hedef kitlede “iyi güzelde seçimlerde oyumuzu kime vereceğiz” diye
sorar. Bu parti ve hareketlerin seçimlere katılması durumunda da “kazanamaz”
der, genelliklede oyunu vermez. Oyunu vermeyi düşündüğünde bile sandık
başında gidince “oyum boşa gitmesin” diye yakınlık duyduğu kitle partisine
oyunu atıverir. Bu hep böyle olur, kitle partileri bunu bilir, yetinmezler,
“temsilde adalet yönetimde istikrar” adı altında barajlarda bu partileri boğarlar,
sonrada demokrasicilik oynarlar (!)
Burjuva demokrasisinin “aldatmaca” olduğunu söyleyerek “Tek yol
devrim” diyenler, haklı olsalar da devrimin o kadar kolay olmadığını bilirler…
Unutmamak gerekir ki seçim burjuvasının bulduğu bir kural değildir.
Göçebe toplumlarda ilk kominal yapılar olan oba ve boylarda liderlik (alp, gazi)
seçimle olurdu. Oba, boy örgütlülüğü olarak tarih sahnesine çıkan bu yapılarda,
beylik, liderlik aileden gelen bir kazanmışlık değil, eşitler arasında akıllı, yürekli,
cesur, zeki olanın öne çıkması, “İşi layığına vermek” ilkesi uyarınca, obanın,
boyun ileri gelenlerinin onayı ile lider olunmasıdır. Yani tarihsel olarak seçim
vardır, yöntemi de yalnızca sandık koyup oy atmak değildir. Oy vermek, oy
atmak, yalnızca bir yöntemdir, asıl olan seçim insanın kafasındadır.
Mart 2014’te yapılacak yerel seçimlerde kimin kime oy vereceğine ilişkin
anketlere bakıldığında, toplumun büyük çoğunluğu seçimini şimdiden yapmış
görünüyor. Görsel basının adaylara “projeni var mıdır, seçilirseniz ne
yapacaksınız?” gibi sorular sorması, anlamsız gelmiyor mu? Hele birkaç
dönemdir yönetimde olan iktidar partinin adaylarına bu sorunun sorulması,
anlamsızlığın ötesinde tuhaflık değil mi? Bu adaylar yapacaklarıyla değil
yaptıklarıyla seçmenin önünde olurlar, yaptıklarını anlatıp vaatlerini sıralarlar.
Kapitalist devlet düzeninde toplum, modern sınıflara göre ideolojik olarak
genellikle sol ve sağ olarak ayrışır. Sağcı sermayeden yana, solcu emekten yana
demektir. Sağcıyı solcu yapmadan sola, solcuyu sağcı yapmadan sağa oy
kayması pek görülmez.
Bir toplumda, çoğunluğu etkileyecek büyük ekonomik, sosyal, siyasal kriz,
dalgalanma, alt üst oluş olmadan, düşüncelerin değiştirmesi çok zordur, hatta
imkânsız gibidir. Düşünce üreten, üretim faaliyetinde bulunan tek varlık
insandır. İnsan, et, kemik, sinirden oluştuğu kadar, gelenek, görenek, kimlik,
inanç ve düşünce değerleriyle de donanımlıdır; doğal ortamdan, ekonomik,
sosyal, siyasal yaşamdan kaynaklanan özgüven ve korkularıyla iç içedir. Siyasi
partiler, insanların bu yapısını bildiklerinden, insanları etkilemek için her yolu
denerler. Kitle partilerin insan aldatması bir beceri işidir.
İnsanın aldanmasının başlıca nedeni ise, ekonomik ve sosyal yaşamdır.
Ekonomik ve sosyal yaşamını düzeltecek, can ve mal güvenliğini sağlayacak
umut ışığı görülmedikçe, insan kolay kolay düşüncesini değiştirmez, bilinen
yolda devam etmeyi daha güvenli görür.
İnsanların ağırlıkla kitle partilerine hem oy vermesi, hem de eleştirip
kızması şaşılacak bir durum değildir. Kitleler kuzuyken kurda yem olduğunu
görse de, düzeni, huzuru sağlayacak çoban arar, mutlaka da bulur(!)…
İnsanların liderlere bakarak oy vermesine de şaşmamak gerekir. Liderlik,
beceri ve genel kabul görmeyle bağlantılıdır. Lider, seçildiği çevre içinde
çalışkanlık, üretkenlik, yönetme becerisiyle genel kabul gören kişidir.
Lider güncel (aktüel) olduğu gibi tarihi de olabilir. Güncel lider gelip
geçicidir. Bir varmış bir yokmuş gibi olur! Tarihi liderler, tarihe damgasını
vuran, halkı, ülkesi ve insanlık için büyük işler başaran büyük insanlardır. Daima
insanların gönüllerinde yaşarlar; Lenin, Mao, Gandi, Atatürk bunun tipik
örnekleridir. Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın, bu liderleri insanların
gönüllerinden silemez, akıllarından çıkarmaz.
Büyük liderler, insan için mücadelenin, çağdaşlaşmanın, doğruluğun,
dürüstlüğün, çalışkanlığın ve üretkenliğin tükenmez kaynağıdır. İnsanlar sürekli
olarak böyle liderler arar, ancak pek de bulamazlar, aktüel (güncel, gelip geçici)
liderlerle yetinmek zorunda kalırlar.
Bilinmeli ki devrimci olunmadan büyük lider olunmaz; hele halkın inanç,
etnik, kültürel değerlerini istismar edenlerden hiç lider olmaz!… Bunlar aktüel
(güncel) liderlerdir, gün olur, devran döner ya hoş bir seda bırakarak dünyadan
göçerler ya da çapsızlıklarıyla, yaptıkları hırsızlık, yolsuzluk, hayal kırıklıklarıyla
tarihin çöp sepetine atılırlar, hafızalardan silinerek kayıp olurlar!
Günümüzdeki aktüel(güncel) liderler, genel olarak seçimini önceden
yapmış kitlelerin sözcüsü konumundadır. Bunlar, oyu belli olan bu kitleleri
ellerinde tutmak, karşı olanları da kendi yanına çekmek çabasında olurlar.
Büyük kopuşlar sağlayamazlarsa da iktidarda olan iktidarda kalmak,
muhalefette olan iktidarı gelmek için yoğun çaba gösteriler.
Bu nedenle kitle partilerinden sağcı partiler, sağ kesime yönelik politika
izlerken sol kesime; solcu partiler, sol kesime yönelik politika izlerken sağ
kesime ters gelmeyecek politika izlemeye, söylemlere bulunmaya özen
gösterirler; adayları belirlerken de her iki kesimden oy alabilecekleri tercih
ederler. Solcu bilinenin AKP’den, sağcı bilinenin CHP’den aday gösterilmesi bu
yüzdendir.
Politikada da sağcılık sermayeden, solculuk emekten yana olmaktır; ancak
toplumsal yaşamda bu karışır, dinciliği sağcılık, dinsizliği solculuk gibi
algılayanlar ortaya çıkar ki, bu çok yanlış bir algıdır (!)
Bu yanlış algı sonucu sağcılık gelenek, görenek, dinsel inançlardan
besleniyor, solculuğun dayanağı ise eşitlik, özgürlük, emek mücadelesi olmakla
sınırlı kalıyor. Emek safında yer alması gereken kitlelerin gelenek, görenek,
inanç nedeniyle sağın safında yer alması, bir tercih değil, bilinçlenme
sorunudur. İnsanlar bilinçlendikçe, gelenekleriyle, görenekleriyle, kültürleriyle,
inançlarıyla, etnik yapılarıyla, emek mücadelesin ideolojik ve politik safında
yerini alır, bu kaçınılmaz bir durumdur.
Kimsenin doğuştan kazandığı değerlerle öğünmesinin ya da yerilmesinin
gerçeklikle bir ilgisi olamaz. Emekten yana olanlar, insanların üretim
faaliyetindeki konumuna bakarlar, geleneğine, göreneğine, dinsel inancına,
etnik yapısına göre tavır belirlemezler; bu değerler insanın özel alanıdır, kimseyi
ilgilendirmez ve karışılmaz (!)
Solcu, emekten yana olduğu kadar, ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal
bağımsızlığını savunan, halkın barınma, beslenme, sağlık, çalışma sorunlarını
çözen sosyal/sosyalist devletten yana olan, bireysel ve toplumsal özgürlük,
eşitlik, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, parasız bilimsel eğitim, parasız
sağlık, sosyal güvenlik, yaşanabilir bir çevre ve özgür iradeye dayanan
demokrasi için mücadele edendir ve yaşamın her alanında ne yapılacağını
bilendir.
Sol anlayışı yaşama geçirmek isteyen sol partilere ya da hareketlere
destek olmak solcu için esastır, ancak adil, eşit, özgür seçimlerin olmadığı
koşullarda ne yapılacaktır? Sorun buradadır!
Ülkemizde seçimler adil, eşit, özgür koşullarda yapılıyor mu? Tabii ki
hayır! Dış ve iç sermaye destekli partilere, adaylara karşı, halkın yeterli desteği
olmadan nasıl mücadele edilir? Kazanmadıkça, düşünülen politikaları yaşama
geçirmedikçe, halkın desteğini almakta pek olanaklı değil!
Bu gerçeklerin yanında, 11 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın, aldığı kararlarla,
çıkardığı yasalarla, yaptığı uygulamalarla, ülkenin ve toplumun geleceğini
kararttığı, halkı inançsal, etniksel ayrışmaya soktuğu, ülkenin varını yoğunu
yabancıya sattığı, ülkenin aşırı borçlandığı, çalışmadan geçinen tüketici kesimin
oluştuğu bir dönemde ne yapılacaktır?
Partili olanların, partilerinin alacağı kararlar doğrultusunda davranması
işin doğası gereğidir ve ahlaki olanıdır. Partili, bir partiye üye olan, parti içinde
yer alarak partinin faaliyetlerine katılandır. Bunara bir şey denilemez, denilse de
etik olmaz!
Burada asıl belirleyici olan, bir partiye üye olmadığı halde, o partiye gönül
verenlerdir ki bu partinin kitlesidir. Bunlar, partiye üye olmadıkları halde üye
gibidirler, düşünce değişikliği de ağırlıkla bu kesimde görülür, etkilenirse bu
kesim etkilenir. Bir seçimde A partisine oy verirken, politikalarını, liderlerini
beğenmeyip, yararlı görmeyip, sonraki seçimde daha çok beğendiği B partisine,
liderine oy verebilirler. Bu tutum, bu kesimin doğal davranışıdır; yadırganmaz,
buna seçmen tercihi denir. Bir partiyi iktidara taşımak, iktidardan alaşağı etmek
bu kesimin iştir. Parti çalışmaları da bu kesimi elde tutmaya, karşı partinin
seçmenini etkileyerek safına çekmeye yönelik olur.
Seçimlerde kim ne derse desin halkın gözünde AKP dinsel sağın, CHP laik
solun temsilcisi görünümündedir. Etniksel temelde BDP’nin, ırksal temelde
MHP’nin, ırksal‐dinsel temelde BBP’nin, dinsel temelde BTP, SP’nin, demokratik
sol temelde DSP’nin, liberal sağ temelde DP’nin, milliyetçi sosyalist temelde
İP’nin, enternasyonal sosyalist temelde ÖDP, TKP, Emeğin Partisi’nin varlığı
bilinmektedir. Ayrıca bağımsızlar, İP’in öncülüğünde milliyetçi liberal sağın
desteğindeki milli merkez çalışmaları da göz önündedir.
Anketlere göre AKP, CHP, MHP ve BDP dışındaki partilerin gücü pek
görünmemektedir. Genel olarak seçmenin solda da sağda da güçlü görünen
partiye yakın duracağı varsayıldığına göre, yerel seçimlerde bu dört partinin
önde olacağı bir tablo bizi beklemektedir.
Seçimdeki asıl sorun, iktidardaki AKP’nin hesabının sandıkta görülmesi
noktasına gelip dayanmıştır.
AKP’nin kaderini bu yerel belirleyecektir. Gezi olaylarıyla karizması çizilen,
Suriye politikasıyla hüsranları yaşayan, cemaatle girdiği kayıkçı kavgasıyla
uğraşan, yolsuzluk, hırsızlık dosyalarının ortalığa saçıldığı bir ortamda, iktidarda
olmanın avantajını kullanan, görsel ve yazılı basını kontrol eden, “kindar ve
dindar” nesiller güvenen, dini ve dince kutsal sayılan değerleri fütursuzca
kullanan AKP’nin nasıl bir sonuç alacağı merak edilmekte, ağır darbe alacağı ileri
sürülmektedir.
CHP’nin, devleti kuran, cumhuriyeti getiren bir parti olmasına karşın uzun
yıllar iktidar yüzü görememesi, ideolojik yapısından kurtulmaya kalkması, sağa
ve sağ politikalara yatması, kitleselleşmek adına laikliği ağzına almaz olması,
ABD’yi ziyaret edip cemaatle yemek yemesi, sağcılığı tanınan adları aday
göstermeye kalkması olumsuzluk olarak dillendirilmekteyse de seçim kazanmak
için bu dönüşüme yapması gerektiğinin ileri sürülmesi, başkanın halkçı
görünümü, üslubu, tutumu, emek, özgürlük, eşitlik, hukukun üstünlüğü,
demokrasi söylemi öne çıkarılarak başarılı olacağı savlanmakta, umut
edilmektedir.
MHP’nin bilinen söylemleriyle tabanını tutacağı, açılım ve Suriye
konusuyla iktidarı vuracağı sanılmaktadır.
BDP’nin etnik söylemiyle TC’yi doğuda vururken, HDP ile batıda vurmaya
kalktığı, bir kesimi kontrol ederken, ayrışmanın, çatışmanın tohumlarını ektiği
belirtilmektedir.
Sağdakilerin AKP’nin tabanından, soldakilerin CHP’nin tabanından
seçmen devşirmeye çalışacağı, ancak başarılı olamayacağı söylenir.
Seçimlerde belirleyici olan büyük kentler olacaktır. Bilindiği gibi
büyükşehir belediye başkanları seçiminde, büyük şehirde oturanların yanında il
sınırı içindeki köyler, kasabalar, ilçelerde oturan seçmenlerde oy kullanacaktır.
Bu nedenle bu yerel seçim iktidar için bir referandum niteliğindedir, büyük bir
olacaktır, ister istemez herkes iktidara vuracaktır!
Önümüzdeki yerel seçimlerde hedef, seçim kazanmanın yanında mevcut
iktidarın kazanmasını engellemek olacağına göre, ilçe belediye başkanlıklarında,
mahalle muhtarlıklarında her seçmen istediği partiye, istediği adaya oy vermeli,
il ve ana kentte oy kullanırken iyice düşünmeli. Küçük ilçelerde adayın adı öne
çıksa da, anakent, il, büyük ilçelerde kazanacağı umulan partinin adayı öne
çıkar, adayın kişiliği tartışması ikinci plana iner, iktidarın oyunu düşürmek,
etkinliğini kırmak önem kazanır!
Seçimlere daha zaman var, tartışmalara katkısı olsun diye genel bir
çerçeve çizmeye çalıştım, seçime ilişkin Mehmet Tanju Akat’ın 3 Temmuz 2013
tarihli yasının okunmasını da öneririm, umarım okurlara, seçmenlere yararlı
olur.