14.05.2014
Av. Mehdi Bektaş
Türkiye Cumhuriyetinde gelenekleşen yıldönümü kutlamaları var. Adli Tatil sonrasında
Yargıtay’da açılış yapılır. Hem Yargıtay başkanı hem Türkiye Barolar Birliği başkanı
konuşur. Osmanlı’da 146 yıl önce kurulan Danıştay’da da (Şura-ı Devlet) bu gelenek vardır.
Ülke sorunlarının konuşulmasına, yargının eleştirilmesine tahammül edemeyen siyasi
iktidarlar, hatta yargı organları Türkiye Barolar Birliği başkanının konuşmasını pek
istemezler, ama dinlemek durumundadırlar.
12 Eylül sonrasında da Türkiye Barolar Birliğinin sesini kısma girişimleri olmuştu.
Anımsadığım kadarıyla Av. Önder Sav’ın başkan olduğu dönemde Yargıtay Başkanlığı,
Türkiye Barolar Birliği başkanının konuşma metnini önceden istemiş, isteği sansürcülük
olarak niteleyen birlik başkanı isteği reddetmiş ve toplantıya katılmamıştı.
Neden böyle oluyordu? Çünkü avukatlar örgütünün başkanı, ülkenin ve yargının sorunlarını
yüreklice dile getiriyor, hukuk ve siyaset adına yasamanın, yürütmenin, yargının, yaptığı
yanlışları ortaya koyuyor, haksızlıkları, hukuksuzlukları gözler önüne seriyor, devlet
yöneticilerini uyarıyor.
Toplum önünde karşı karşıya gelmeyen, ülke sorunlarını tartışmayan, yandaşları ya da suskun
kitleler önünde saatlerce konuşup nutuk atan siyasiler, iktidarla bozuşmak istemeyen yüksek
yargı organların başkanları, kurulları, bürokratları, bu işten pek hoşlanmıyor, ama
katlanıyorlardı. Cumhuriyet tarihi içinde bu tür toplantıda konuşmacının sözünün kesildiği
hele kendisi de konuk olan başbakanın konuşmaya müdahale ettiği, sataştığı, protokol
kurallarını hiçe sayarak salonu terk ettiği hiç görülmemiştir. Başbakanın birlik başkanını
hedef alması, konuşmasını “edepsizlik” olarak nitelemesi, “yalancılıkla” suçlaması görülmüş
ve duyulmuş değildir. Böyle hırslanmanın, celallenmenin, tepeden tırnağa kızarmanın nedeni
ne olabilir diye insan düşünmeden edemiyor!
Celallenmenin nedenini, TBB başkanının konuşmasını uzun olmasına bağlayanlar oldu.
CHP’li Faruk Loloğlu ile MHP’li Devlet Bahçeli’de bu koroya katıldı. Vanlı
depremzedelerinin sorununa değinilmesine, cumhurbaşkanlığı seçimine bağlayanlarda var.
Celallenmeye konuşmanın uzaması neden olamaz, çünkü yargıya ilişkin sorunlar çoktur, bunu
da en iyi Türkiye Barolar Birliği başkanı bilir, dile getirmesi doğaldır. Kaldı ki saatlerce süren
bir konuşmada olmamıştır, makul düzeydedir. İktidarın başının toplantılarda her Allahın günü
saatlerce konuştuğu ve kimsenin de sözünü kesemediği düşünülürse, bu sav mantıklı değildir.
İkinci neden Van depremzedelerinin sorunları ki bunu herkes biliyor, bunun yinelenmesi de
sorun olamaz, ancak sataşmanın bahanesi olur.
Üçüncü neden cumhurbaşkanlığı seçimi değerlendirmeden rahatsız olduğu söylenebilirse de,
konuşmanın sonu beklenmeden sataşma olduğu düşünülürse, bu savda gerçekçi değildir.
Celallenmenin nedeni, konuşmanın uzunluğuyla, içeriğiyle değil, anlayış farklılığıyla ilgili
olmalı. Türkiye baroları ve Barolar Birliği, ağırlıkla laik cumhuriyete gönülden bağlı, devletin
bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü, halkın birliğinden yana tutum alan, demokrasiyi, hukukun
üstünlüğünü, laikliği, eşitliği, özgürlüğü ve insan haklarını savunan, emekten yana olan
2
savunmanların örgütleridir; sav, savunma, hüküm üçlüsünden oluşan yargının kurucu
unsurudur.
Savunma olmadan verilen hüküm, hüküm olamaz, olsa olsa ferman olur. Bu, savcılık
iddiasının karara dönüşmesi demektir ki, hem adil yargılanma hakkına aykırıdır, hem de
hukukun temel kurallarıyla çelişir. Savunmaya tanınan hak avukata tanınan hak değil,
davalı/davacı olarak yargıya başvuran, mağdur/fail olarak yargıya düşene yurttaşa, yani
insana tanınan haktır. Genellikle Yargıya yolu düşen her insan ancak savunman yardımıyla
hakkını gerçekçi biçimde kullanabilir. Barolar Birliği başkanına yapılan sataşma, yargıya ve
yargının kurucu unsuru olan savunmaya, dolaysıyla halka yapılmıştır.
Barolar ve Barolar Birliği’nin, laik cumhuriyetin değerlerini kararlılıkla savunması, bu
değerlerine karşı olanlarla, değerleri savunuyormuş gibi görünüp örseleyenleri sürekli
eleştirmesi, mücadele etmesi, bu kesimleri rahatsız etmektedir.
İktidarın biçimlendirdiği yargıyla, yargıçlarla, savcılarla arası iyi olmayan savunmanlar
örgütünün başkanının, ülke sorunlarına, hukuk ihlallerine değinmesi bahane edilerek
celallenilmesi bundandır.
İktidarın başının, devletin yasama, yürütme, yargı erkinin temsil edildiği bir yerde, yargının
kurucu unsuru olan savunmanlar örgütünün başkanına karşı celallenmesi, protokol kurallarını
hiçe sayarak, toplantı düzenini bozması kabul edilemez.
Siyasi iktidarı başını öven bir konuşma olsaydı, yine celallenme olur muydu diye insanın
sorası geliyor!
Siyasi iktidarın başının, “siyaset yapıyorsun, cübbeni çıkar, siyasete gir o zaman gel konuş”
sözü de klişe oldu. Siyasi iktidarın başı ve sözcüleri kime kızarsa “cübbeni çıkar, siyasete gir,
öyle konuş diyorlar!”
Siyaset yalnızca siyasetçilerin tekelinde midir? Ülke sorunlarını dile getirmek,
hukuksuzlukları ortaya dökmek, devlet organlarını, yöneticileri uyarmak siyaset değil
yurttaşlık, hatta insanlık görevidir.
Siyaset sadece siyasi partilerin ve özellikle başbakanın, bakanların tekelinde değildir. Bu
ülkenin insanları siyasi konularda hiçbir şey söyleyemeyecek mi? Siyasetçi her konuda
konuşacak, yurttaş konuşunca ağzı kapatılacak (!) Böyle şey olur mu? Kaldı ki Barolar Birliği
başkanı sıradan bir insan değildir. 80 bini aşkın avukatın, 79 baronun başkanıdır. Ülke
sorunları arasında siyasi konular varsa, hukukla bağlantısı çerçevesinde o konulara da değinir,
buna kimse engel olamaz. Kaldı ki Anayasa, Toplantı ve Gösteri Yürüyüş Yasası, Siyasi
Partiler Yasası, Dernekler Yasası gibi yaslar hukuki metinler olmanın yanında siyasi
metinlerdir. Bundan çıkan tartışmalar hem siyasi hem hukuki konulardır. Anayasanın temel
hak ve özgürlükler konusu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri, hem siyasi hem
hukukidir. Konuyu bilmeden ulu orta konuşmak, siyaset yapılıyor demek, boşa konuşmaktır.
Anlaşılmayan bir şey var, bunlar imam olmadıkları halde imamlık, hukukçu olmadıkları halde
hukukçuluk, ekonomist olmadıkları halde ekonomistlik, tabip olmadıkları halde doktorluk,
eğitimci olmadıkları halde eğitimcilik yapıyorlar. Kimse bunlara cübbeni giy de gel, bu
konularda öyle konuş demiyor? Tabii ki cübbe giymek öyle kolay bir iş değil. Yıllarca
okuyacaksın, okulu bitirmeyi başaracaksın, stajını yapacaksın, andını içeceksin ki cübbe
3
giyebilesin(!) Anayasa’ya göre yüksek öğretim mezunu olması gereken Cumhurbaşkanlık için
aday olmaya heveslenen siyasi iktidarın başının, hangi yüksek okul mezunu olduğu bile hala
net olarak anlaşılmış değildir!
Siyasi iktidarın başının ve sözcülerinin bilmesi gereken, Türkiye Barolar Birliği başkanı
atanmış değil seçilmiş bir kişi olduğudur. Türkiye’deki 80.bini aşan avukatın temsilcisidir.
Mademki siyasi iktidarın başı her konudan anlıyor, kendine sınırsız güveniyor, hukuku
bitirsin gelsin TBB başkanlığına aday olsun, seçiliyor mu seçilmiyor mu anlayalım (!)
Kendisi olmazsa hukukçu Cemil Çiçek, Bülent Arınç hatta öğrencilere beyinsiz diyen Burhan
Kuzu’da olabilir! Barolar Birliği başkanı olmak milletvekili, hatta Yargıtay, Danıştay,
Anayasa Mahkemesi, Meclis başkanı olmaktan çok daha zordur. Siyasi iktidarın güdümlediği
her yerde dini siyaset, biat kültürü sırıtıyor, ama barolarda laik anlayış demokratik mücadele
güneş gibi ışıldıyor. Barolarda kazanmak için öncelikle cumhuriyetin değerlerine sahip
çıkacaksın, hukukun üstünlüğüne yargı bağımsızlığına inanacaksın. İktidar yandaşlığı kimi
savunmanlarında aklını başından almış, desteksiz konuşuyorlar (!)
Birde seçilmiş/atanmış konusu var(!). İktidar ve yandaşları yalnızca milletvekillerinin
seçildiği düşüncesindedirler. Baro başkan ve yönetim kurulu üyeleri, kongrede yapılan
seçimle yönetime gelirler. Yargıtay, Danıştay Daire Başkanları genel kurullarınca seçilir.
Siyasi iktidarın 12 Eylül 2010 referandumu ile yargıyı iğdiş etmesine karşın, yinede bu
seçimler oluyor. Aslına bakarsanız ülkemizde gerçek atanmışlar milletvekilleridir. Halk,
siyasi partilerin genel merkezlerinin belirlediği adayları seçmek durumunda bırakılmıştır.
Parti başkanına bağlı siyasi bir kölelik düzeni oluşmuştur, buna kimse değinmiyor.
Siyasi iktidarın başı ve sözcüleri, çoğulculuğu çoğunluk olarak görüyorlar, çoğunluk bize oy
verdi diye hiçbir kural tanımıyorlar, kuvvetler ayrımına karşılar, yasama, yürütme, yargı
yetkisini tekeline alacak bir başkanlık sistemini kurmaya pek hevesli görünüyorlar, ülkenin
başına çorap örmeyi beceri sanıyorlar (!) Bütün sağ iktidarlar yıllardır Cumhurbaşkanını halk
seçsin der dururlardı, şimdi halk seçecek. Halk özgür iradesiyle seçim yapabilecek mi diye
hep sorulur. Önümüzde halkın inancını, yoksulluğunu, yoksunluğunu, eğitimsizliğini istismar
eden bir siyasi iktidar var, etik davranmıyor, kural tanımıyor. Yargı susuyor, demokratik
örgütler, sendikalar etkisiz, muhalefet partileri dar görüşlü, hedefsiz(!) Baskı, zulüm, istismar
tüm hızıyla sürdüğüne, eleştiriye tahammülsüzlük Danıştay salonlarına girdiğine göre, halk,
bu zihniyete daha ne kadar tahammül edecek bilinemiyor. Vahşi sömürü düzeninin Soma’da
yarattığı faciaya içimiz yanıyor (!)Bize düşen bulunduğumuz her yerde zulme, haksızlığa,
yolsuzluğa karşı aydınlık gelecek için mücadeleye devam etmekten başka çare yok(!)