Ana SayfaArşivMakalelerANKARA KALESİ - 322

ANKARA KALESİ – 322

Kurumumuz Üyesi Prof. Dr. Anıl Çeçen’nin  yazılı açıklaması :

 

ATATÜRK   MODELİ   İLE   TÜRKİYE’NİN   BÖLGESELLEŞMESİ

  

 Bütün dünya ülkeleri ,çeyrek yüzyılı aşan bir zaman diliminde emperyalizm tarafından yer kürenin bütün kıtalarına zorla dayatılan küreselleşme saldırılarının yarattığı büyük sarsıntılardan kurtulmaya çalışırken , son yıllarda dayatmacı küresel emperyalizme karşı

korunmacı bir bölgeselleşme oluşumunun içine doğru sürüklenmek durumunda kalmışlardır . Küreselleşme batı emperyalizminin yeni bir versiyonu olarak dıştan kumandalı bir dayatmacı düzene dönüşmeye

doğru kaydırılınca , bu durumdan büyük zararlar gören bugünkü devlet yapıları ve ulus devlet modelleri ,belirli bir aşamadan sonra dağılmamak ve çökmemek üzere kendileri açısından ulusal reflekslerinin tepkisi

doğrultusunda korunmacı politikalara yönelerek , kendi haklarını ve düzenlerini savunan yeni tutum ve davranışlar içerisine girmişlerdir .

Böylece ,soğuk savaş sonrasında Sovyetler Birliğinin çöküşü ile başlayan

yeni dönemde çeyrek yüzyıllık çaba ve zorlamalara rağmen , bütün dünya kıtalarında küresel bir sömürü imparatorluğu kurulamamış , aksine

böylesine bir çıkarcı küresel düzen oluşumu için yıkılmaya çalışılan devlet yapıları , yaşanan olumsuz gelişmeleri dikkate alarak kendilerini

toparlamaya başlamışlardır .Dıştan kumandalı küreselleşme zorlamalarına çeyrek asır dayanabilen ve bir süre sonra bu gibi manüplasyonlara karşı çıkarak kendi varlığını koruma doğrultusunda önlem almaya başlayan ulus devletler , kendilerinin dış saldırılara karşı daha güvenli bir koruma sistemini gündeme getirerek , komşularıyla yeni geliştirdikleri diyaloglar üzerinden bölgeselleşme sürecini gündeme getirmişlerdir . Bu aşamadan sonra dünyanın egemen konjonktürel süreci bölgeselleşme akımı olmuş ve böylece küreselleşme dayatmalarının sonlarına doğru gelinmiştir .

Beş büyük kıtadan oluşan yeryüzü karaları , ayrıca kıtalar arasında yer alan denizlerin üzerindeki adalardan meydana gelmektedir . Bu kara parçaları yer kürenin çeşitli bölgelerinde bir araya gelerek bölgesel haritalar

oluşturmaktadırlar . Dünyanın hangi yöresine bakılırsa bakılsın , o bölgede denizler ve karalardan oluşan bir bölgesel yapılanma bulunduğu göze

çarpmaktadır . Harita üzerindeki noktalar belirli yerleri ortaya çıkarırken , çeşitli yerlerin birleşmesinden meydana gelen bölgelerde, haritalar üzerinde noktaların ötesinde bir genişlik içerisinde ortaya konulmaktadır . Bölge kavramı bu

 

çerçevede ele alındığında  birbirine komşu konumda olan çeşitli yerlerin bir

bütünsellik içindeki genel tanımı olarak görülmektedir . Bölge denilince , mutlaka bir ülkenin ya da kıtanın üzerinde yer alan çeşitli yerlerin birleşiminden meydana gelen bir alan ifade edilmeye çalışılmaktadır . Dünya haritasında yer alan ülke ve bölgelerin birbirleriyle olan kesişmelerine göre , bölgecilik küçük ve büyük

ölçeklerde olmak üzere, başlıca iki ana eğilim doğrultusunda gündeme

gelmektedir . Var olan devlet yapıları genel olarak ulusal yapılanmalar olduğu için

, büyük bölgecilik ulus ötesi bölgeler , küçük bölgecilik ise ulus altı bölgeler olarak algılanmaktadırlar . Avrupa merkezli siyasal oluşumlar ya da akımlar da daha çok ulus altı bölgeciliği öne çıkaran bir mikro devletçilik gündeme gelmekte ve ulus

devletlerin sınırları içerisinde yer alan belirli bölgeler bu ülkelerin sınırları dışına çıkarak , daha küçük bir devletçiliğe mikro bölgecilik akımı sayesinde ulaşmaya çalışmaktadırlar . Bu doğrultuda etnik ve mezhepsel kökenli toplulukları                           sınırları içinde yaşadıkları ulus devletlerin merkezlerine karşı isyan ettirilerek mikro milliyetçilik üzerinden mikro devletçiliğin önü açılmak istenmekte ve bu

doğrultuda , bir anlamda eyalet devletçikleri olarak görülebilecek küçük devletler yaratılarak ulus devletler parçalanmaktadır .

Küresel emperyalizm ulus devletleri parçalayarak dünya haritası üzerinden silmeye çalışırken , mikro milliyetçilik ve mikro bölgecilik olabildiğince dış

destekler ile kullanılmış ama , uluslar arası finans kapitalin emperyalist oyunları ortaya çıkınca ,bu plan çökmüş ve bütün ulus devletler sahip oldukları milli sınırlar içerisinde yaşamlarını sürdürmekte olan , etnik ya da dinsel toplulukların parçalanarak kendi başlarına ayrı bir devlet kurmalarına izin vermemişlerdir .

Sovyetler Birliğinin dağılmasının yarattığı panik ortamında yaşanan Yugoslavya iç savaşı da benzeri bir dağılmanın önünü açmış , bu aşamada Çek Cumhuriyeti ile Slovak devleti birbirlerinden ayrılmışlar ama daha sonraki koşullarda hiçbir ulus devlet kendi milli sınırları içerisinde yaşamakta olan etnik ya da dinsel grupların ülkeden koparak, ulus altı yeni bir eyalet devleti oluşturmalarına izin vermemiştir

. Böylece ,batılı merkezler tarafından geliştirilen ısrarlı kopma senaryoları sonuç vermemiş ve ulus altı bölgecilik senaryoları ile yeni küçük devletçikler

yaratılamamıştır . Küresel sermaye , kendi tekelci şirketlerini büyütürken , ulus altı bölgecilik oluşumlarını etnik kışkırtmalar ya da mezhepler arası din savaşları ile geliştirerek sonuç almaya çalışmıştır .Ne var ki , çeyrek asırlık bir zorlama

dönemine rağmen istenen sonuçlar elde edilememiş ve bu doğrultuda kullanılan ulus altı bölgecilik ya da mikro milliyetçilik              hiçbir işe yaramadığı gibi , küresel emperyalizmi zorlayan batılı büyük devletlere ve siyasal merkezlere yönelik

tepkileri artırmıştır .Sınır aşan bölgelerde yeni devletleşme planları

doğrultusundaki mikro milliyetçilik, ya da mikro bölgecilik akımları bir aşamadan sonra sonuç vermeyince , tepkilerin giderek tırmanması üzerine küreselleşme

karşıtlığı çizgisinde yeni bir ulusalcılık akımının doğmasına neden olmuştur . Küresel emperyalizm mikro milliyetçilik akımlarını örgütleyerek mikro bölgelerde

 

yeni eyalet devletleri yaratamayınca , oyun tersine dönmüş , hedef alınan ulus devletlerin merkezi yapıları bu tür saldırılara karşı toparlanarak ,yeniden

güçlenmişler ve emperyalist devletlere karşı daha kuvvetli bir ulusal savunma sistemine yönelmişlerdir .

 

 

Avrupa ulus devletlerinde   Avrupa Birliği oluşturabilmek için, kıtasal bir oluşum doğrultusunda ulus altı bölgecilik emperyalist merkezler tarafından

desteklenmiş ama çeyrek yüzyıllık bir dönemde bir türlü istenen sonuçlar

alınamamıştır . Ulus altı bölgecilik başarısız kalınca ,  bu durumun doğal sonucu olarak ulus üstü makro bölgecilik akımı da sonuçsuz kalmıştır . Şirketler

küreselleşirken , devletlerin ulusallıktan uzaklaştırılmaları hedeflendiği için , mikro milliyetçilikler ile mikro bölgecilik üzerinden küçük eyalet devletçiklerine doğru

bir yöneliş organize edilmeye çalışılmış ama, ulus devletlerin başkentlerindeki devlet yapıları direnerek kendilerini koruyunca ,bu tür emperyal planlar teker

teker çökmüştür . Avrupa’nın ortasında yer alan beş büyük eski sömürgeci ulus , mikro bölgecilik ve milliyetçilik üzerinden parçalanamayınca ,Avrupa Birliği gibi makro bölgesel bir yapılanma kıtasal oluşum olarak duraklama göstermiştir .

Yüzyıllarca kendine bağlı sömürge imparatorlukları yönetmiş olan büyük ulus devletler  , bir makro bölgecilik projesi olan Avrupa Birliği yolunda kültürel haklar üzerinden mikro bölgeciliğe teslim olmayı kabül etmemişler ve kültürel hakların ulusal birlik düzeni ile üniter devlet yapılarını parçalamasına izin

vermeyerek , ulusal devlet modelleri doğrultusundaki ülkesel alan bütünlüğüne sonuna kadar sahip çıkmışlardır . Mikro bölgeciliğin iflas etmesiyle kıtasal oluşum yolunun önü kapanınca , Avrupa Birliği adı verilen makro bölgecilik ya da kıtasal devletçilik hedefi de geçerliliğini yitirmiştir . Ne var ki , ABD merkezli küresel şirketlerin bütün dünyayı ekonomik hegemonyaları altına almaları yüzünden ,

Amerika Birleşik Devletlerine karşı çıkabilecek bir Avrupa Birleşik Devletleri yaratma   hedefi , gene korunmuş ve bu doğrultuda bölgeselleşme arayışı

sürdürülmeye çalışılmıştır . Bir büyük hegemonik güç ya da süper emperyalist olarak ABD’nin            dengelenme ihtiyacı , Avrupa kıtası çerçevesinde

bölgeselleşmeyi öne çıkarmıştır . Beş yüzyıl dünya kıtalarını sömürge imparatorlukları ile yöneten Avrupa’nın büyük devletleri bu imparatorlukların tasfiyesinden sonra içine düştükleri küçülme olgusunu , kıtasal düzeyde

bölgeselleşerek aşmaya çaba göstermişlerdir . Soğuk savaş sonrasında bu yüzden Avrupa Birliği projesi kendiliğinden devreye girmiş ama mikro bölgeciliğin küresel emperyalizm tarafından desteklenmesi nedeniyle sonuçsuz kalmıştır . Makro

düzeyde bölgecilik arayışının en somut örneği olarak, Avrupalı devletleri birleştirmeyi hedefleyen Avrupa Birliği oluşumunu görmek mümkündür .

Amerikalı uluslar arası tekellerin süper emperyalizmine karşı bir bölgesel birliğe yönelen Avrupa ülkeleri gibi , dünyanın diğer kıtalarında yer alan

 

devletlerin de benzeri küresel saldırılara karşı kendilerini korumak ve komşu

devletler ile yan yana gelerek bulundukları yerlerde bölgesel birlikler oluşturmak yolu ile her türlü saldırıya karşı koymak hakkı doğal olarak bulunmaktadır .

Nitekim , Birleşmiş Milletler gibi bir uluslar arası örgüt , bütün devletlerin korunması için aldığı kararlar doğrultusunda ,devletlerin sınırları içindeki

ülkelerinin dokunulmazlığını , ayrıca hiç bir devletin iç işlerine karışılamayacağını

,her devletin uluslar arası hukuka uyarak kendi varlığını ve gücünü

geliştirebileceğini açıkça ortaya koymuştur . Bu durumda , herhangi bir devletin iç işlerine karışarak, ya da dışarıdan müdahalelerde bulunarak ulus devlet altında bir bölgecilik yaparak , büyük devletlerin ülkelerinden küçük devletçikler ortaya çıkarabilmek, uluslar arası hukuka göre pek mümkün görünmemektedir . Orta

boy ulus devletlerin mikro milliyetçilik ya da bölgecilikler yolu ile dağılmasının sağlanması ,ya da bu tür gelişmeler sonrasında , ortaya çıkan parçalı yapılar üzerinden daha büyük alanları kapsayan bir tür makro bölgecilik cereyanlarının gerçekleştirilmeye çalışılması yüzünden, küreselleşme dönemi çok gergin geçmiş ve bu yüzden çeyrek asırlık bir zaman dilimi sonrasında küreselleşme olgusu iflas ederken ,bunun yerine yeni bir alternatif olarak bölgeselleşme akımları dünyanın gündeminde yerini almıştır . Avrupa kıtasının eski ve köklü ulus devletleri , kendi ülkesel birliklerine yönelen ulus altı bölgecilik akımlarının yarattığı bölücülük

tehlikesinin atlatılması doğrultusunda, hem ulusal birliğe hem de üniter siyasal düzenin korunmasına dikkat ederek , bölünmekten kurtulmuşlar ve ulusal

birliklerini koruyarak bugünkü aşamaya gelebilmişlerdir .

Avrupa kıtasının güçlü ulus devletleri , küresel emperyalizme karşı ulusal birliklerini koruyarak , ulus altı bölgecilik üzerinden parçalanarak , yeni bir tür Amerika Birleşik Devletleri benzeri bir Avrupa Birleşik Devletleri modeli

geliştirememişler ve bu yüzden bir Avrupa Federasyonu yapılanmasını Avrupa Birliği çatısı altında kurabilmek , yarım yüzyılı aşkın çabalara rağmen bir türlü gerçekleştirilememiştir . Avrupa’nın güçlü ulus devletleri var olan büyük devlet yapılarını koruyarak bir kıtasal bütünleşmeyi alternatif bir yol olarak gündeme

getirdiği için , Avrupa kıtasının geleceğinde bir nevi kıtasal gevşek konfederasyon yolu görünmüştür . Ne var ki , küresel sermayenin dümen suyunda giden bazı

Avrupalı merkezler , geçmişin güçlü ulus devlet yapılarının dağıtılmasını bir sermaye imparatorluğu için istediklerinden , kıtasal konfederasyon modeline karşı çıkarak , ulus altı bölgecilik yolu ile Avrupa’nın büyük devletlerini

küçültebilmenin yollarını aramışlardır . Ne var ki , uzun süren baskılara rağmen böylesine bir değişim gerçekleştirilemediği için, bir makro bölgecilik projesi olan Avrupa Birliği senaryosu çıkmaza sürüklenmiş ve birlik süreci kendiliğinden

durmuştur . Şimdi gelinen nokta da , birlik üyesi ülkeler , hem sanki birlik

tamamlanmış gibi hareket ederek uluslar arası diplomasinin gereklerini yerine getirmeye çalışmışlar , hem de kendi bağımsız devlet yapılarının gerektirdiği bağımsız politikaları sürdürerek geleceğe dönük süreç içerisinde ayakta

 

kalabilmenin yollarını aramışlardır . Bir anlamda , Avrupa gibi uygarlığın beşiği olan kıtada , ulus altı bölgecilik senaryoları iflas ettiği için, ulus ötesi ya da uluslar üstü bir makro bölgecilik projesi olarak Avrupa Birliği senaryosu durma aşamasına gelmiştir . Küçük bölgecilik ve büyük bölgecilik akımlarının birbiriyle bağlantılı olduğu ve her ikisinin gündeme gelmesiyle birlikte birbirlerini devreye

sokan bir gelişme sürecinin ortaya çıktığını, dünya kamuoyu Avrupa Birliği süreci içerisinde yakından görebilmiştir . Küçük bölgecilik ulus altı yapılanmaların önünü açarak ulus devletleri ortadan kaldırabildiği gibi ,yaratılan küçük devletçiklerin

gelecekte eyaletleşerek, belirli bir alan üzerinde küçük eyalet devletlerinin bir araya gelmesiyle büyük bölgesel birliklere giden yolu açabildiği de, çeşitli

örnekleri ile görülebilmiştir . Avrupa kıtasına benzer bazı oluşumlar mikro milliyetçilik ya da etnik kökencilik çekişmeleri ile dünyanın başka bölgelerinde de gündeme gelerek , ulus devletlerin ortadan kalkmasına gidebilecek yolları

zorlamıştır . Sömürgelerin uluslaşmasıyla ortaya çıkan ulus devletlerin  ötesinde daha büyük bölgesel oluşumların sağlanabilmesi doğrultusunda , ulus altı

bölgecilik girişimleri ulus üstü ya da uluslar arası makro bölgecilik akımlarını zamanla ortaya çıkarmıştır.

Avrupa kıtasının ulus devletleri gibi , dünyanın diğer bölgelerinde var olan devletlerin de küresel sermayenin ve uluslar arası tekelci şirketlerin saldırılarına karşı kendilerini koruyabilme doğrultusunda , büyük bölgesel birliklere yönelerek kendilerini bölgesel birlikler üzerinden koruma hakları doğal olarak vardır . Küçük ve orta boy ulus devletler küresel emperyalizmin sömürgeci saldırılarına karşı harita üzerinde bulundukları yerlerde ,kendilerini koruyabilme doğrultusunda

bölgesel birliklere yönelebildikleri gibi , gene bu doğrultuda kendi aralarında geliştirdikleri çeşitli birlik ve dayanışma modelleri üzerinden , çeşitli alternatif oluşumları öne çıkarabilmektedirler .Kuzey Amerika, Güney Amerika , Afrika

kıtasının kuzey,güney,doğu ve batı kısımları ,Asya kıtasının benzeri bir biçimde doğusu ,batısı , güneyi ve kuzeyi de gelecekte Avrupa kıtasına benzer bir

doğrultuda çeşitli bölgeselleşme plan ve projelerinin uygulama alanları olabilirler . Benzeri bir biçimde dünyanın merkezi coğrafyasında da bölgeselleşme eğilimleri uzun süredir devam edip gitmektedir . Bu tür plan ve projelerin emperyalist

güçler tarafından orta alandaki ülkelere zorla dayatılması yüzünden , üç tek tanrılı dinin ortaya çıktığı için kutsal topraklar adı verilen merkezi coğrafya da bir türlü barış sağlanamamakta ve soğuk savaş sonrasında bu bölge sürekli bir savaşa ve sıcak çatışmalara sahne yapılmaktadır . Bölgede var olan devlet yapıları , Avrupa türü küçük devletlerin çok ötesinde bir büyüklüğe sahip olduğu için , küresel emperyalizmin merkezi olarak bu coğrafyanın ortasına zorla dayatılmış olan İsrail devletinin odağında yer aldığı yeni bir tür bölgeselleşme olgusu, bütün merkezi coğrafya ülkelerine dıştan kumandalı ve dayatmalı bir biçimde zorlanmaktadır .

Merkezi alan devletlerinin de tıpkı Avrupa devletleri gibi bir araya gelerek bir

büyük bölgeselleşme olgusunu gerçekleştirerek, kendilerini bu yoldan koruma ve

 

savunma hakları varken ,bölge dışı emperyal güçler ve onların temsilcisi olarak, bu coğrafyadaki       Filistin toprakları işgal edilerek sonradan kurulmuş bir Siyonist devletin baskılarıyla, farklı bölgeselleşme modelleri devreye sokularak ,dünya

barışını tehdit edecek ve üçüncü bir cihan savaşına gidebilecek yolları

tetikleyebilecek sıcak çatışmalar birbiri ardı sıra gündeme gelerek , doğal yollardan sağlanabilecek bölgeselleşmenin önü kesilmeye çalışılmaktadır .

Dünya tarihi açısından merkezi alan ele alınırsa , bu coğrafya da ya sürekli çekişme ve çatışma yolu ile savaş , ya da bir büyük bölge devletinin hegemonyası sayesinde sürdürülebilen bir barış ortamı olduğu görülebilmektedir

. Roma,Bizans,Hazar ,Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük bölge devletleri olduğu zaman, merkezi alanda daha kalıcı barış düzenleri kurulabilmiş ama böylesine büyük bölge devletlerinin dağılması sürecinde ise bu bölgede doğu-batı ve

kuzey-güney ekseninde emperyal güçlerin hegemonya savaşları görülmüştür . Üç kıtanın kesişme noktasında dünya kıtalarının merkezi alanı olarak öne çıkan

Balkanlar-Orta Doğu- Kafkasya hattında, siyasal gelişmeler kıtalar arası ve emperyal güçler arası sürekli çekişme ve çatışmaların yaşandığı süreçler

birbirini izlemiştir . İmparatorluklar dağılırken ortaya küçük devletçikler çıkmış ama bir süre sonra bunların içinden bir tanesi güçlenerek öne çıktığı zaman eski

imparatorlukların yerine alan yeni bir bölgesel hegemonya düzeni kurulabilmiştir

. Merkezi coğrafya , orta alanda kurulan bir büyük devlet ya da imparatorluk üzerinden yönetildiği zaman , barış içinde bir bölgeselleşme yapılanması

gerçekleştirilebilmektedir . Bu gibi durumlarda Pax Romana ,Pax Bizantica, ya da Pax Ottomona gibi barış yapılanmaları bölgesel büyük devletin gücü sayesinde gerçekleştirilebilmekte ve böylece dünya barışı sağlanabilmektedir. Üç kıta

arasında yer alan bu merkezi alanda kurulan bölgesel büyük devlet yapılanmaları her aşamada kıtalardan gelen büyük güçlerin merkezi alana saldırmaları

yüzünden tehlikeye girebilmektedir . Romalılar , Haçlılar,İngilizler,Fransızlar ve Amerikalılar batıdan gelerek merkezi alana egemen olmak istemişler , Yahudiler ise İngilizler ve Amerikalıların sırtında bölgeye gelerek kendi Siyonist egemenliklerini kurmak istemişlerdir . Cengiz Han , Timur Han ya da İlhanlılar , Persler gibi siyasal güçler de, bölgenin doğusunda kalan Asya kıtasından gelerek gene merkezde kendi egemenliklerini tesis etmenin yollarını aramışlardır .

Merkezi coğrafyada yaşayan topluluklar bir araya gelerek büyük bir bölgesel devlet kurabildikleri durumlarda, kıtalardan gelen her türlü saldırılara karşı kendilerini koruyabilmişlerdir..

Türkiye Cumhuriyeti , dünyanın merkezi coğrafyasını elinde tutmuş olan

Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarındaki Türk hegemonyasının uzantısı olan bir orta alan devleti olarak , merkezi coğrafyaya yönlen bütün bölgeselleşme plan ve projelerinin birinci derecede hedefi konumunda bulunmaktadır . Kırım’dan Kıbrıs’a

, Balkanlar’dan Kafkaslara, Akdeniz’den Kara Deniz’e uzanan merkezi alan

 

toprakları üzerinde her zaman dünya hegemonyası kurmak isteyen emperyal güçlerin gözü olmuştur . Bu yüzden de , merkezi alanda güçlü bir devlet

olmayınca sürekli olarak sıcak çatışma ve çekişmeler yaşanmış ve bu bölge doğu ile batının karşı karşıya geldiği bir savaş alanına dönüşmekten kurtulamamıştır . Merkezi coğrafyayı da içine alan Avrasya kıtasının iki ana merkezi olarak Moskova ve İstanbul ,sürekli olarak karşı karşıya gelmişler ve zaman zaman da savaş senaryolarına alet olmuşlardır . Moskova ve İstanbul’da ikişer büyük imparatorluk tarih sahnesine karışmıştır . Rus Çarlığı ve Sovyetler Birliğine

başkentlik yapan Moskova iki büyük çöküşe sahne olurken , İstanbul ‘da Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarının başkenti olarak benzeri bir çöküntüden

kaçınamamıştır . Bugün Moskova yeniden merkezi coğrafya patronluğuna soyunurken , İstanbul’da eskisi gibi Moskova’nın karşısına çıkmaya hazırlanmaktadır . Rusya’nın Avrasya siyasetinin amacı , Türkiye Cumhuriyetini ve Türk varlığını dışlamak üzerine kurulmuştur . Rusya Türkiye’ye karşı İran ile ,

Çin’e karşı da Japonya ile ittifak yaparak Avrasya kıtasının bütününe egemen olmak istemekte ,merkezi alandaki bölgeselleşmeyi de kendi Avrasya siyaseti

içinde yönlendirerek kendisini merkeze oturtmaya çalışmaktadır . Rusya’nın son zamanlarda gerçekleştirdiği Kırım işgali ile Ukrayna’ya yönelik baskı uygulama girişimleri , Rusya merkezli bir Avrasya bölgeselleşmesini Orta Doğu bölgesine de taşımakta ve bölge ülkelerine karşı böylesine bir bölgeselleşme senaryosunu Rus emperyalizmi kendi çıkarları doğrultusunda komşularına dayatmaktadır.

Türk dünyasının beşte ikisi halen Rusya Federasyonu sınırları içerisinde yaşamını sürdürdüğü için ,Türkiye merkezli bir bölgeselleşme planının ana hedeflerinden birisi Rus devleti olacaktır . Rusya son çıkışları ile buna izin

vermediğini açıkça orta koyarken ,Türkiye’nin de sadece Türk unsuruna dayanan bir bölgeselleşme siyasetinin büyük Rusya Federasyonunu karşısına alacağı

görüldüğü için ,katı bir Türkçü bir yaklaşımın Türkiye ile Rusya’yı Avrasya hegemonyası doğrultusunda yeni bir savaş sürecine taşıyabileceği görülmektedir Osmanlı zayıflayınca Ruslar Kars ve Ardahan’a girmişler , bunun üzerine de İngiltere’de Kıbrıs’a girerek , kuzeydeki emperyalist gücün dünyanın merkezi coğrafyasını ele geçirmesine izin vermemiştir. Rusya devleti , bir kuzey gücü

olarak her zaman için sıcak denizlere inebilmenin yollarını aramış ve bu hedefini Orta Doğu ile güney Asya bölgelerinde gerçekleştirmeye çalışmıştır . Türkiye gibi İran ve Afganistan’da Rus hegemonyasının sıcak denizlere             inme girişimlerinin

önünün kesilmesinde tampon devletler olarak kullanılmıştır . Soğuk savaş sonrası dönemde, Rusya Suriye’de askeri üs kurarak , Güney Kıbrıs’a ekonomik açıdan

yerleşerek ve tüm bölge ülkelerinde yoğun siyasal çalışmalar yaparak , Türkiye ile birlikte Orta Doğu devletlerini de Rusya Federasyonu içine alarak , Orta

Doğu’da yeni bir bölgeselleşmeyi kendi sınırları içerisinde tamamlayabilmenin yollarını aramaktadır . Rusya gibi ,bu bölgeye sonradan gelerek ABD desteği ile devlet olma hakkını elde eden ,Yahudiler’de dinleri açısından kutsal toprak ilan

 

ettikleri merkezi alanda , Siyon tepesi merkezli bir büyük imparatorluğu , orta alan bölgeselleşmesi olarak gündeme getirmektedirler . İki büyük dünya savaşı sonrasında kurabildikleri küçük İsrail devletini büyüterek bütün Orta Doğu ülkelerini kendi sınırları içine almak isteyen Siyonist devletin politikaları ,sürekli savaş ve çatışmaları bölge ülkelerine dayatarak ve bu alanda önce ulus altı

bölgeselleşme girişimleri ile mikro milliyetçilik üzerinden yeni eyalet devletçikleri oluşturarak, İsrail’den büyük ulus devletlerin ortadan kaldırılması öncelikli olarak uygulama alanına sokulmuş ve bu doğrultuda bütün bölge devletleri etnik ve mezhepsel çatışmaların sahnesine dönüştürülmüştür .Bu yüzden bölgede savaş eksik olmamış , ABD ordusu İsrail’i korumak üzere bölgeye gelerek , Orta Doğu ülkelerinin savaş alanına dönüşmesine yol açmıştır . Soğuk savaş sonrasında

küreselleşme döneminde bölgeye Siyonizm planlı olarak yayılmış ,küreselleşme dönemi sona ererken, küçük İsrail devleti Büyük İsrail imparatorluğunu

kurabilme doğrultusunda bölge ülkelerine yönelen yeni bir savaş sürecini zorla komşu ülkelere dayatmıştır .

Osmanlı İmparatorluğunun çöküşe geçmesiyle birlikte , batının önde gelen emperyalistleri olarak İngiltere ve Fransa Orta Doğu bölgesine gelmişler ve iki sömürgeci imparatorluk olarak orta alan ülkelerini paylaşabilmenin yarışı içinde olmuşlardır . Kuzey gücü olarak Rusya’nın sıcak denizlere inmesinin önlenebilmesi doğrultusunda , Osmanlı sonrası için çalışmalar yapılmış ve İngiltere Büyük

Britanya İmparatorluğu olarak, merkez alanda kendine bağlı bir Yakın Doğu Konfederasyonu kurabilmenin çabası içinde olmuştur . Balkanlar ,Kafkaslar , Anadolu ve Orta Doğu bölgelerinde genişletilmiş Sevr haritası doğrultusunda oluşturulacak küçük devletçiklerin ,gene İstanbul merkezli bir bölgesel

konfederasyon planı çerçevesinde toparlanması düşünülmüştür . Dörtlü

konfederasyon ile , Birleşik Krallık dünyanın merkezine el koyarak , orta alana başka emperyal güçlerin girmesini önlemeye çalışıyordu . Ne var ki , İngiltere ve Amerika ikilisini kullanan Siyonist Yahudiler Atlantik emperyalizmi üzerinden

geleceğin Büyük İsrail İmparatorluğunun temellerini de atıyorlardı . Siyonist lobiler iki Atlantik gücünü kullanırken , İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu benzeri bir başka bölgeselleşme projesini , Amerikan emperyalizmi Büyük Orta Doğu projesi adı altında , ikinci dünya savaşı sonrasında devreye sokuyordu .

Amerikalıların Büyük Orta Doğu deyimi ile kast ettikleri merkezi alanda Yahudiler

,İngiltere ve ABD üzerinden Büyük İsrail Federasyonunu kurabilmenin arayışı içerisine giriyorlardı .Böylece , kara Avrupası’na karşı Atlantik okyanusunun iki yakasında örgütlenen Atlantik emperyalizmi , Siyonist Yahudi lobilerini de

yanlarına alarak dünyanın merkezi alanında fethe çıkıyorlardı . Zamanında Osmanlı devletinin İstanbul’u fethetmesi gibi ,Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm ittifakı da merkezi alanın bütün bölgelerini ,yeni bir Balkanizasyon süreci içerisinde içeriden ele geçirerek fethediyorlardı .Dünya egemenliği için zorunlu

 

olan merkezi bölgenin ele geçirilmesi ve diğer emperyal güçlere karşı korunması Siyonizm ve Atlantik ittifakının temel dayanak noktası olarak öne çıkıyordu .

Osmanlı sonrası merkezi bölge kendi haline bırakılsa ya Abbasi ,ya da Emevi imparatorlukları gibi bir büyük İslam imparatorluğu kurulur , veya Osmanlı sonrasında da tıpkı Selçuklu hanedanı gibi bir başka Türk asıllı hanedan

,merkezdeki Türk hegemonyasını sürdürebilme doğrultusunda devletin başına geçebilirdi . Ayrıca bölgenin kuzeyinde yer alan Rusya ,Orta Doğu’ya inerek

merkezi coğrafyanın mutlak hakimi konumuna gelebilirdi . Orta Avrupa’nın büyük gücü olarak Almanya’da yeni bir emperyal güç olarak milli politikasını Ostpolitik

adı altında doğu politikası biçiminde belirlediği için , batı Avrupa  ve Atlantik üstünlüğüne karşı , doğu Avrupa üzerinden yeni bir Avrasya egemenliğini

gündeme getirebilirdi . Bu yüzden ,Osmanlı hinterlandının Ruslara , Almanlara , Araplara ,Türklere,İranlılara ya da doğulu Asya güçlerine bırakılmayacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekiyordu . İngiltere bu doğrultuda Osmanlı sonrası bölge haritasını hazırlamış , ikinci dünya savaşı sonrasında merkezi coğrafya ya gelen Amerikan emperyalizmi hem kendi hegemonyasını kurmuş, hem de kendi sırtı üzerinden gelecekte bölgenin egemeni olmaya soyunmuş olan Siyonist İsrail’in kurulmasını sağlamıştı .İngiltere ve Amerika yeni bir Bizans projesi ile İstanbul’u bölge merkezi yapmaya çalışırken , İsrail kutsal topraklar üzerinden dini kullanarak Kudüs’ü hem bölgenin hem de dünyanın merkezi ilan ederek ,

kendisini gelecekteki dünya imparatorluğunun tam da merkezine oturtuyordu .

Dünyanın en güçlü kapitalist ve Siyonist lobileri İsrail merkezli olarak harekete

geçirilerek , Siyon krallığının oluşturulması planı doğrultusunda bir üçüncü dünya savaşı senaryosu , küresel sermayenin kontrolu altındaki terör örgütleri aracılığı ile merkezi coğrafya da bulunan bütün devletlerin üzerine doğru yönlendiriliyordu Orta Doğu’da bulunan İslam devletleri parçalanarak Arapların hegemonyası

kırılırken , Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde yeni bir ulus devlet yaratılarak ve Türk hegemonyasına karşı kullanılarak, gelecekte yeni bir Türk yapılanması da devre dışı bırakılmak isteniyordu .Türklerin anavatanı Anadolu üzerindeki Türk varlığı ortadan kaldırılarak , bölgedeki Türk toplulukları geldikleri Orta Asya

bozkırlarına doğru geri gönderilmek isteniyordu . Arapların parçalanması ,

Türklerin geri gönderilmesiyle birlikte Hırıstıyanlar Yeni Bizans ve Yahudiler de Büyük İsrail projelerini merkezi alanın bölgeselleşmesi doğrultusunda uygulama alanına getiriyorlardı .Böylece yirmi birinci yüzyıla doğru yeni bir dünya düzeni kurulurken merkezi alanda bu tür bölgesel projeler öne çıkarılıyordu .

Merkezi coğrafya bölgesinin tam ortasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti , bu bölgenin geleceği için hazırlanan bütün emperyal ve Siyonist projelerin hedefi

konumuna getirilerek ortadan kaldırılmak isteniyordu . Türkiye’nin müttefiki olan bütün batılı ülkeler Türk devletinin sınırlarını tanımayarak ,ülkenin gelecekte

kendi projeleri doğrultusunda farklı bir yapılanmaya yönelmesi için ,ellerinden

 

gelen bütün baskıları ve kışkırtmaları birbiri ardı sıra devreye sokmaktadırlar .

Türk devleti öncelikle merkezi alan ile ilgili bütün bölgeselleşme projelerini dikkatle takip ederek ,kendisi için tehdit sayılabilecek girişimleri öncelikle önlemek durumundadır . Türkiye cumhuriyeti , emperyal merkezlerin

bölgeselleşme planlarını önlerken , bir yandan da kendi bölgeselleşme planını acilen devreye sokmak zorundadır . Avrupa Birliği denetimi altındaki bir dışişleri ile , ABD etkisi altına girmiş olan devlet daireleri ve kamu kurumları ile ,İsrail’in güdümündeki bir ekonomi ve medya ile Türkiye’nin milli bir bölgeselleşme planı hazırlayarak devreye sokamadığı görülmektedir . Atlantik okyanusunun iki

yanından destek alarak işbaşına gelen siyasal iktidarlar yüzünden Türkiye emperyal politikalara mahkum edilmiş ve Türk devleti soğuk savaş sonrasında sürekli olarak yenilen ve kaybeden bir ülke konumuna düşürülmüştür .Türkiye

artık Ankara’dan yönetilemez bir görünüm kazanmış ,Avrupa Birliği uyum

paketleri ile Büyük Orta Doğu projesinin empoze ettiği adımlar ile de devletin

yarısı tasfiye edilme noktasına gelmiştir . Son otuz yılda dış baskılar ile uygulanan bütün politikalar Türkiye’nin tasfiyesinde etkili olduğu için Türk devleti artık bu

gidişe bir son vermek zorundadır ,aksi takdirde Türkiye cumhuriyetinin yirmi birinci yüzyılda yoluna devam edemeyeceği açıkça ortaya çıkmıştır .

Bosna’dan Kırgızistan’a kadar yer alan Türk coğrafyasındaki merkez ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti ayakta kalmak zorundadır . Bunun için de kurucu

önder Atatürk’ün dış politikasına acilen dönülerek bölge ağırlıklı siyaset kararlı bir biçimde izlenmelidir . Balkan ülkeleri ile yeni bir Balkan Paktı , Orta Doğu ülkeleri ile de Sadabat Paktı benzeri bir merkezi ittifak bir araya getirilerek , orta alanda Merkezi Devletler Birliği adı altında yeni bir bölgesel yapılanma bir an önce

kurulmalıdır . Atatürk döneminde olduğu gibi İran ile Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bir araya gelinmeli ve ikinci bir Bakü Kurultayı ile , Merkezi Devletler Birliği oluşumu , tıpkı Avrupa Birliği gibi dünyaya ilan edilerek , emperyalist ve Siyonist bölgesel planlara karşı , merkez ülkelerinin insiyatifi öne çıkarılmalıdır

.Doğu Avrupa’dan Hazar bölgesine , Karadeniz’den Akdenize doğru uzanan merkezi coğrafya üzerinde Türkiye –İran ortaklığı ile kurulacak bir merkezi bölgesel yapılanma , dünyanın ortasında üçüncü dünya savaşı çıkartmayı hedefleyen bütün emperyal planların önünü kesebilecektir . Bakü merkezli bir

bölgesel birlikte , Türkiye ,İran,Irak,Suriye,Azerbaycan ve Gürcistan devletleri bir araya gelerek ,bölge dışı emperyal güçlere karşı birlikte bir bölgesel dayanışma ittifakı ve güvenlik örgütlenmesi oluşturabilirler . Ankara-Bakü-Tahran hattında bir bölgesel insiyatif oluşturularak Atlantik insiyatifi ile, Rusya’nın kontrolu

altındaki Avrasya insiyatifine karşı dayanışmacı bir bölgesel alternatif

oluşturularak ,dünya barışının  merkezi coğrafya üzerinden bozulmasına giden

yolun önü kesilebilir . Merkezi coğrafyayı iki büyük Türk imparatorluğu sayesinde bin yıl yönetmiş olan Türk insiyatifinin ,bugünün koşullarında İran gibi bir büyük devlet ile bir araya gelerek ve ortaklıklar kurularak yeniden merkezi coğrafya

 

üzerindeki otorite boşluğunun doldurulması dünya barışı açısından zorunlu

görünmektedir . Üç büyük dinin birlikte yaşadığı orta alan ülkelerinde hiçbir din , mezhep,etnik topluluk ya da emperyal gücün tam anlamıyla egemen olması artık mümkün görünmemektedir . Bu nedenle Türkiye ve İran merkezin iki büyük

devleti olarak bir araya gelmeli ve Avrupa tipi bir kıta devleti benzeri olarak orta dünyada Merkezi Devletler Birliği’ni ilan edilerek , bu coğrafyada istismar edilen siyasal otorite boşluğu doldurulmalıdır . Bölgede var olan bütün

devletlerin sınırları ve başkentleri korunarak çevresel bir güvenlik ortamı öncelikle yaratılmalı ve bu aşamadan sonra da Balkan Paktı , Sadabat Paktı , Bağdat paktı

, Cento ,ECO ya da RCD benzeri daha önceleri çeşitli biçimlerde denenmiş merkezi coğrafya birliği, mevcut devletlerin bir araya gelmesiyle acilen

kurulabilmelidir . Orta boy bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti bu aşamadan sonra kendi başına bir bölgesel devleti emperyalistlere karşı kuramayacağını görebilmeli ve böylesine bir merkezi yapılanmayı ancak komşularıyla işbirliği yaparak başarabileceğini görebilmelidir . Bölge barışı açısından Nato’nun

yetersiz kaldığı durumlarda Türkiye komşu devletlerle güvenlik alanında ortak hareket ederek bölge barışını sağlamalı , batılı müttefiklerin bölgeselleşme

planlarını önlemek üzere Türkiye’yi komşularıyla savaştırması oyununa da artık bir son verilmelidir .Türkiye’nin öncülüğünde kurulacak bir Merkezi Devletler

Birliği , dünya dengelerinin yeniden kurulduğu bu aşamada orta dünyadaki tüm ihtilafların ve çatışmaların geride bırakılmasını sağlayacaktır . Atatürk ilkeleri

doğrultusunda bölgeselleşme sürecinin tamamlanabilmesi için Türkiye Cumhuriyeti harekete geçerek Atatürk’ten yadigar kalan Balkan Paktı ile Sadabat Paktını bir araya getiren Merkezi Devletler Birliği (MEDEB) oluşumunu dünya

kamu oyunun dikkatine sunmalıdır.

KAYNAK  KİTAP   :   TÜRKİYE’NİN B PLANI – ANIL ÇEÇEN , KİLİT YAYINLARI

,ANKARA 2010 , 3 baskı