Ana SayfaArşivMakalelerANKARA KALESİ –283

ANKARA KALESİ –283

 

     A T A T Ü R K      M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ       A N A Y A S A      K U R A L I D I R   .

                                                                                                                                                                                                                  Prof. Dr.  A N I L    Ç E Ç E N

                               Türkiye  Cumhuriyeti yirmi birinci yüzyılın ortalarına doğru yolunda giderken  , bir yönü ile uluslararası ilişkiler alanında  diğer yönü ile de bunların Türkiye’ye yansımaları doğrultusunda  ,yepyeni durumlar ile karşılaşmakta ve emperyal  güçlerin bu gibi durumlardan yararlanarak, kendi çıkarları doğrultusunda gelişmeleri yönlendirmek istedikleri görülmektedir . Eski dünya düzeni döneminden gelen  emperyal  devletlerin varlığı  ile birlikte  küresel hegemonya peşinde koşan büyük güçlerin değişen koşullarda  yeni manevralar düzenleyerek, yeryüzünde yaşamakta olan tüm devletleri ve halkları etki altına alarak yönlendirecek girişimleri teker teker devreye soktuğu anlaşılmaktadır . Yeni  dönemin koşulları herkesi ve her ülkeyi etkilerken çeşitli ülkelerde yeni siyaset ve yasal düzenlemeler gündeme gelmektedir . Bu doğrultuda  , Türkiye Cumhuriyetinin geleceğin dünyasında var olabilmesi ve daha güçlenerek merkezi bir güç konumu ile uluslararası alanda rekabet  edebilmesi gerekmektedir . Var olan devletler ve diğer siyasal yapılanmalar içinden geçilmekte olan bu geçiş  aşamasında , gelecekte daha güçlü bir biçim de var olabilmenin koşullarını aramaya ya da hazırlamaya başladığı yeni girişimler dolayısıyla anlaşılabilmektedir .

                Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında  emperyal güçler ve devletler kendi çıkarları doğrultusunda bütün dünyaya yönelik plan ve projeleri yavaş yavaş uygulama alanına getirirlerken dünyanın tam ortasında yer  alan bir merkezi devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti de  küresel hegemonya saldırıları ile karşı karşıya gelmiştir . Emperyalist güçler yeni dönemde kendi çıkarlarına uygun bir biçimde hazırladıkları plan ve programları devreye sokarken ,   dünyanın bütün devletlerini değişim görünümü altında dönüştürmeye sürükleyecek  geleceği belirsiz planlar çizgisinde , yeni anayasa ve yasa düzenleme girişimleri ile karşı karşıya bırakmışlardır . Türkiye Cumhuriyeti de bu tür saldırıların hedefi  olan ülkeler içinde bulunduğundan ,  çeyrek yüzyıldır  değişim görünümlü dönüşüm programlarının gizlice sürdürülmesi gibi bir tehdit oluşumu ile zaman zaman karşı karşıya kalmaktadır . Bu doğrultuda son dönemde bazı gizli toplantılar yapıldığı ve  dışarıdan yönlendirilen bazı siyasal partiler aracılığı ile Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin   anayasal yapılanmasının  değiştirilerek, başka tür bir devlet yapılanmasının getirilmeye çalışıldığı açığa çıkmıştır . Osmanlı devletinin zayıflaması aşamasında ortaya çıkan merkezi coğrafyadaki emperyalist hegemonya oluşturma girişimlerinin en son örneklerinden birisi , son günlerde gündeme gelen köklü anayasa değişimi girişimidir . Basın ve yayın organlarına yansıyan boyutları ile ,  var olan anayasal düzenin ortadan kaldırılmak istendiği ve bu amaçla da başka bir devlet yapılanmasına yönelik  hazırlıkların birbiri ardı sıra gizli toplantılar aracılığı ile öne çıkarıldığı anlaşılmıştır . Türkiye’yi kendi  istedikleri yönlere çekmek isteyen büyük devletler  ,  merkezi alanda orta boy büyüklükte bir devletin kendilerine karşı çıkacağı ve önemli çıkar çatışmalarında  güçlü bir biçimde muhalefet yapacağı düşüncesiyle ,  Osmanlı imparatorluğu sonrasında  bölgede ortaya çıkan ulus devletleri ortadan kaldıracak , onları alt kimlikler ve farklı inançlar üzerinden  bölüp parçalayacak girişimleri sürekli biçimde dayatarak,  yeni bir orta dünya  yapılanmasına   eski Osmanlı ülkeleri ile birlikte Türkiye’yi de yönlendirmeye çalışmışlardır . İkinci dünya savaşının galibi olan ABD ,  savaşın mağlup ülkeleri olan Almanya ve Japonya’ya  kendi hazırladığı anayasaları zorla kabül ettirdiği gibi , Türkiye’ye de kendi istedikleri anayasal yapılanmayı kabül ettirmeye çalışmışlardır . Aynı girişimleri dünya savaşı sonrasında İngiltere  de yapmıştır .

                Doğu ve batı bölgelerinin kesiştiği yerde bir merkez devleti olarak ortaya çıkan Türk devletinin bölgenin jeopolitik konumu ve tarih biliminin getirdiği siyasal birikimin yansımaları doğrultusunda   oluşturulan bir sentezin yaklaşımı çizgisinde,  diğer ulus devletlerden çok farklı bir konuma sahip olduğu görüldüğü için, bu duruma uygun düşecek biçimde  diğer devletlerden ayrılan özel bir  kuruluş modeli  kurucu iktidar tarafından ortaya konulmuştur . İmparatorlukların parçalandığı ve ulus devletlerin ortaya çıktığı bir tarihsel dönemde , hem Avrupa tipi ulus devlet  getirilmeye çalışılmış hem de bir Asya ülkesi olarak  Asya  kıtasının kuzeyinde  gerçekleştirilen sosyalist devrimin uzantısı olarak halkçılık ilkesi benimsenerek,  kurulmakta olan cumhuriyetin halkçılık temeline dayanmasına çaba gösterilmiştir . Bir anlamda Avrupa ve Asya kıtalarının arasında  tam merkez denilecek bir bölgede Türkiye Cumhuriyeti kurulurken,  ulus devlet ile birlikte halkçı bir cumhuriyet rejiminin birlikte uygulanacağı bir sentezci girişim geliştirilerek yasalaştırılmıştır . Avrupa kıtasındaki ulus devletler oluşumu imparatorluk sonrasında geride kalan Osmanlı ahalisini kucaklayamayınca  , ilan edilen ulusal sınırların içerisinde kalan halkın büyük çoğunluğu , aynı zamanda Asya kıtasında  ortaya çıkan yeni büyük güç olan  Sovyetler Birliğinin geliştirdiği sosyalist sistemin  temel esası olan halkçılık anlayışı çerçevesinde  organize edilmeye çalışılmıştır . Böylesine sentezci bir yaklaşıma doğru giderken, hem milliyetçilik hem de halkçılık ilkeleri birlikte uygulanmaya çalışılmıştır . Bir anlamda ulus devlet ile halkçı cumhuriyet sentezi Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar dikkate alınarak  diğerlerinden  farklı  olan özgün bir siyasal  düzen kurulmak istenmiştir .

                Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti anayasası ele alındığı zaman diğer anayasalardan çok farklı bir yapılanmaya sahip olduğu görülmektedir . Batı tipi ulus devletlerde sadece millet kavramına dayanmak ile siyasal sistem kurulabiliyordu .Ama  Asya kıtasının kuzey bölgesinde gerçekleşen sosyalist bir devrim sonrasında ortaya çıkan sosyalist ülkelerin devletçilik ile birlikte halkçılık ilkesini esas alan bir siyasal devrimi gündeme getirmesi üzerine , kurucu önder  olarak  Atatürk  Lenin ile mektuplaşarak , Moskova’ya heyetler göndererek bu yeni oluşum ile de bağlantı kurmuş  ve Avrupa birikiminin yanına Asya birikimi de bu sayede eklenerek , Türkiye’nin jeopolitik konumuna uygun bir yeni siyasal model   geliştirilmiştir . Eski Osmanlı ahalisi  hiçbir ayırım yapılmadan  milli sınırlar içerisinde kucaklanarak Türk ulusu oluşturulurken ,   alt kimlikleri farklı kökenlerden gelen eski Osmanlı vatandaşlarının yeni ulus devlet çatısı altında  toplanmasıyla  uluslaşma tamamlanırken , herkesin bu oluşumun içinde olmasına dikkat edilerek ,öteki olarak bakılabilecek nüfus artığı gruplar  bazı  kişiler dışlanarak  yaratılmamıştır . Esas olan Avrupa modeli ulus devlet  Anadolu yarımadası üzerinde kurulurken , imparatorluktan geriye kalan bir ulus bırakılmadığından ulus devletin ilanı sırasında bir ulusal yapılanmaya da öncelik verilmiştir . Olmayan bir ulusun kendi ulus devletini yaratmak mümkün olamayacağı için, ulusal kurtuluş savaşı sırasında da Kuvayı Milliye mücadelesi üzerinden bir ulusal toplum yapılanmasına dikkat edilmiştir . Kurulmakta olan devletin adında Türk kavramı yer aldığı için geçmişten gelen boyutları ile Türk kimliğinin ortaya konulması ulus devletin ilanı açısından önem taşıyordu . Bir yandan Türk Ocakları yurt düzeyinde açılarak Türkleşme olgusu hızlandırılırken, diğer yanda da  Türk ulusu çatısı altında kendisini Türk olarak hissedemeyenlerin de , Türk halkının bir parçası konumunda görülerek  halkçılık üzerinden Türkiye Cumhuriyeti devletinin eşit vatandaşları olarak kabül edilmesi farklı bir devlet modelinin yapılanması sırasında  milliyetçilik ve halkçılık kavramlarının ortak kullanımını gündeme getirmiştir . Böyle bir aşamada iki kavramın birlikte uygulama alanına getirilmesiyle  ortaya ya ulusalcı halkçılık ya da halkçı ulusalcılık gibi karma kavramların çıktığı doğal bir sonuç olarak görülebiliyordu . Uluslaşma sürecine uyum sağlayamayan toplum kesimleri ötekileştirilmeden ,halkçılık aracılığı ile halkçı cumhuriyetin  dolaylı vatandaşları olarak görülebiliyordu . Anayasal özgürlük ve eşitlik ilkelerine dikkat edilerek  bir sentez yapılıyordu .

                Türkiye  Cumhuriyeti anayasası hazırlanırken ülkede var olan uluslaşma süreci ile birlikte bir ulus devleti kurma amacı da belirli bir hedef olarak aynı  anayasa da vurgulanmaya çalışılmıştır . Osmanlının son yüzyılında ortaya çıkan Osmanlıcılık , İslamcılık ya da  Pan-Türkizm akımlarının hiç birisi geride kalan mirası geleceğe götürebilecek bir siyasal yapılanmayı ortaya koyamadığı noktada ,önce  Atatürk’ün başına geçtiği ulusal kurtuluş savaşı  kazanılmış ve daha sonrada halkçı bir cumhuriyet düşüncesine dayanan yeni ulus devletin kuruluşu gündeme getirilmiştir. Bu doğrultuda , cumhuriyet dönemi anayasalarına bakıldığı zaman ,Türk devletinin  sahip olduğu  sentezci  siyasal  devlet  modelinin her dönemde benimsendiğini ve bu nedenle de farklı dönemin anayasalarında bu durumun hukuk devleti  çatısı altında  korunmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır . Ulus devlet ve halkçı cumhuriyet birlikteliği resmi durumlarda dile getirilirken  ,  Türkiye Cumhuriyetinin farklı koşulları dikkate alınarak anayasanın hem  başlangıç bölümünde hem de cumhuriyetin niteliklerini belirleyen ikinci maddede  bu özel durumun yansıtılması çizgisinde , ilan edilen cumhuriyetin önde gelen nitelikleri arasında  Atatürk Milliyetçiliği kavramına da yer verilmiştir . . Burada konu yetersiz kalabileceği   düşüncesiyle  sadece milliyetçilik kavramı ile ifade edilememiş ,   milliyetçilik kavramının başına kurucu önder Atatürk’ün ismi eklenmiştir . Doğu ve batı dünyaları arasında sentezci bir yaklaşım ile hareket eden Atatürk çizgisi, böylece milliyetçilik anlayışının  belirlenebilmesi  açısından da halkçılık destekli bir bütünleyici kavram olarak Türkiye Cumhuriyeti anayasasına girmiştir .Normal  bir milliyetçiliğin ulusalcı ve halkçı yaklaşımların bütünleştirilmesi açısından  yetersiz kalacağı  endişesi  yüzünden , Türkiye cumhuriyetinin nitelikleri arasında sadece milliyetçiliğin değil ama Atatürk milliyetçiliğinin benimsenmesi vurgulanmıştır  . Atatürk milliyetçiliği bu açıdan ulus devlet ile halkçı cumhuriyet birlikteliğinin  bir sembolü olarak Türk anayasasının birinci bölümünde yer almıştır .

                Anayasanın genel esaslar ile ilgili bölümünde cumhuriyetin nitelikleri sayılırken , Türkiye Cumhuriyetinin  ,” toplumun huzuru ,milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı ,Atatürk milliyetçiliğine bağlı ,başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan ,demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir .” biçiminde bir tanımlama  yapılmaktadır .Anayasa’nın başlangıç kısmında belirtilen  bütün konular cumhuriyetin temeli ve nitelikleri olarak görülmektedir .” Türk vatanının ve milletinin ebedi  varlığını , yüce Türk milletinin bölünmez bütünlüğünü  belirleyen  bu anayasanın  Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ,ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkleri doğrultusunda , dünya milletleri ailesinin eşit  haklara sahip şerefli bir üyesi olarak  Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı ,refahı ,maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine  ulaşma azmi yönünde ,millet iradesinin mutlak üstünlüğü ,egemenliğin kayıtsız ve şartsız Türk milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiç bir kişi ya da kuruluşun, bu anayasada  gösterilen hürriyetçi demokrasi  ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı ,kuvvetler ayırımının devlet organları  arasında üstünlük sıralaması   anlamına gelmeyip belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarla bulunduğu, Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlarının, Türk  varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının ,Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları  ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremiyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının devlet işleri ve politikaya kesinlikle  karıştırılamayacağı ,Her Türk vatandaşının bu anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden  eşitlik ve  sosyal adalet  gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi  varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu , Topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda milli sevinç  ve kederlerde , milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, ve millet hayatının her türlü tecellisinde nimet ve külfetlerde  ortak olduğu ,birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı  içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve Yurtta sulh, cihanda sulh  arzu ve inancı içinde huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu , fikir, inanç ve kararıyla  anlaşılmak  ,sözüne ve  ruhuna bu yönde saygı ve mutlak  sadakatla  yorumlanıp uygulanmak üzere , Türk milleti tarafından demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur .”

                Yukarıda belirtilen esaslar cumhuriyetin nitelikleri maddesinde belirtilirken ,  anayasanın başlangıç hükümlerine de atıf yapılarak  ,bir anayasal ilke olarak nitelikler arasında belirtilen Atatürk Milliyetçiliğinin ne anlamlara geldiği açıklanmaya çalışılmıştır . Adalet ,eşitlik, barış,demokrasi,laiklik ve insan hakları gibi temel hukuk kavramları arasına Atatürk Milliyetçiliğinin de nitelik belirten  bir kavram olarak ele alınması ,bu siyasal anlamı olan kavramın hukukileşmesini de sağlamıştır . Türkiye Cumhuriyetinin temel özelliklerinden birisi olarak nitelikler maddesinde yer alması ile birlikte ,Atatürk milliyetçiliğinin  aynı zamanda bir anayasal kavram haline gelmesi  de  sağlanmıştır . Devletin dilinin Türkçe olması , Türk bayrağının ulusal sembol olarak benimsenmesi ,İstiklal marşının milli marş olarak kabül edilmesi  ve Ankara’nın yeni milli devletin başkenti olarak  belirtilmesi , anayasada belirtilen devlet yapılanmasının  temel esasları olarak benimsendiği belirtilirken , cumhuriyetin temel özellikleri ile ilgili maddelerin anayasanın başlangıç hükümleri ile bir bütünlük gösterdiği vurgulanarak , bu maddelerin ve başlangıç kısmının hiçbir biçimde değiştirilemeyeceği ve  bu konuda herhangi bir değişiklik   dahi  verilemeyeceği anayasada açıkça belirtilmiştir . Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasası olarak devletin yapısını ve özelliklerini ortaya koyarken , herhangi bir değişikliğe gidilemeyeceğinin belirtilmesi , Türk anayasasını  sert anayasalar arasına sokmaktadır . Kolay değiştirilen anayasalar yumuşak ,  sert maddelerle değiştirilmesi zor olan anayasalar ise sert anayasalar olarak adlandırılmaktadırlar . Dünya haritasında yer alan ülkelerin anayasalarında bulunmayan maddeler ya da niteliklerin geniş bir çerçevede başlangıç hükümlerinde ve nitelikler maddesinde sert bir tonda vurgulanmasının ana nedeni ,Türkiye’nin   orta  alandaki merkez devleti olarak sahip olduğu güvenlik sorunları ile çok yakından bağlantılıdır . Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti emperyalizmin işgaline karşı verilen bir ulusal kurtuluş savaşının ortaya koyduğu son derece riskli bir ortamın ürünü olarak, güvenlik devleti anlayışına uygun  düşen bir model ile ortaya çıkmıştır .

                Üç kıtanın birleştiği ve her türlü siyasal sorunun bolca bulunduğu bir coğrafya üzerinde  hem ulusal , hem merkezi  hem de üniter  bir devlet modeli ortaya koyabilmek son derece zor bir iştir . İşte devletin kuruluşu sırasında yaşanan olaylar ve girişimlerin ortaya çıkardığı farklı plan ve projeler yüzünden, Türk devleti kendisini güvence altına almak gereksinmesi duymuş ve bu doğrultuda ilgili maddeler her türlü yanlış anlamayı ve istismarı önlemek üzere geniş bir tanımlama ile anayasa metni içinde yer almıştır . Nitekim cumhuriyetin ilanından sonra bu bölgede yaşanan siyasal  gelişmeler , kurucu önder Atatürk’ü haklı çıkarmış ve bu gerçekçi devlet modeli bugüne kadar ayakta kalarak yüzüncü yıldönümüne doğru varlığını hem korumuş hem de geliştirmiştir . Batılıların felaketler coğrafyası ya da karanlıklar bölgesi olarak tanımladıkları merkezi coğrafyanın tam ortalarında  bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkan Türk devletinin  kendi özel koşullarını dikkate alarak değerlendirme yapıldığında  , Türkiye cumhuriyetinin neden bir güvenlik devleti olarak kurulduğu ortaya çıkmakta ve bu durumun gereği olan bazı hukuk kuralları ile birlikte Atatürk Milliyetçiliği gibi siyasal içerikli kavramlar da anayasal düzenin bir temel taşı olarak devreye girmektedir . Normal koşullarda batılı ulus devletlerde görülmeyen böylesine bir düzenlemenin Türkiye cumhuriyetinin kurucu  iktidarı  üzerinden Türk anayasalarında yer alması , her türlü polemiğin ötesinde  devletin kurulu bulunduğu toprakların ülke olarak farklı bir jeopolitik konum ortaya  çıkarması yüzündendir . Bu nedenle hiçbir emperyal  devletin, Türkiye’nin bu konumuna karşı çıkması  beklenmemelidir .

                Türkiye cumhuriyeti anayasasında Atatürk milliyetçiliği gibi bir kavramın  devletin kuruluş modelinin belirlendiği bölümde yer ,  devletin kimliğinin belirlenmesi açısından önem taşımaktadır . Öncelikle bir Türk devleti kurulması söz konusu olduğu için ,  Türklerin atası ve  cumhuriyetin  kurucu önderi olarak  Atatürk isminin anayasada temel alınması, bir anlamda simgesel olarak  kurucu önderin Misakı Milli sınırları içerisindeki bütün halk kitlelerini  cumhuriyet çatısı altında toparlayabilmek içindir .Normal koşullarda böyle bir durumun  dışa yansıyan fazla bir görüntüsü yoktur ama olağanüstü koşulların getirdiği siyasal çıkmazlar  ve  devletin varlığı ile bütünlüğünü ve geleceğini tehdit eden  tehlikeler  ya da emperyal  projeler  söz konusu olduğunda , o zaman görüntü değişmekte ve  anormal koşulların getirdiği siyasal çıkmazlar çözümsüz kalabilmektedirler .  Bu çerçevede ,  sorunların aşılabilmesi çizgisinde  Atatürk Milliyetçiliği kavramından anayasal yapılanma açısından yararlanabilmek gerekmektedir . Bu nedenle Atatürk milliyetçiliğinin ne anlama geldiği,ne gibi unsurlara sahip olduğu ve diğer milliyetçiliklerden ayrılan yönlerinin hangileri olduğu konusunda  yeterli bir değerlendirme yapılabilmesi gerekmektedir . Cumhuriyetin temel ilkelerinden birisi olan milliyetçilik, Türk anayasasında soyut ya  da genel bir ilke olarak değil ama  somut ve içeriği  kurucu önder tarafından  belirlenmiş  bir biçimde anayasal bir kavram olma şansını elde etmiştir . Temel hak ve özgürlüklerin  herkes için benimsendiği   anayasada , Türklerin özgür ve bağımsız yaşam düzenini güvence altına alacak bir  biçimde Atatürk Milliyetçiliği yol gösteren bir yönlendirme yapmaktadır .

                İnsanların üzerinde yaşadığı ülkenin  devlet kuruluşu sonrasında vatana dönüşmesi ve insanların vatan topraklarında varlıklarını geliştirerek sürdürmesi , beraberinde vatanseverlik duygularını geliştirmekte ve bu yoldan duyguların gelişimi ile birlikte vatanseverlikten yurttaşlığa geçiş aşaması tamamlanmaktadır . Bir anlamda medeni bir insan ya da toplum olabilmenin ortaya çıkardığı bir kavram olarak millet kavramı ,  ulus devletlerin insan unsurunu ya da dayandığı halk kitlesini ifade etmektedir . Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan insanların topluca millet düzeyine gelebilmesi , o topraklar üzerinde bir ulus devletin kurulmasıyla birlikte gündeme gelmiştir . Yüz yıllarca süren beraber yaşam ya da birlikteliklerin zamanla ortak değerler üretmesiyle, toplumların milletleşme aşamasına geldikleri görülmektedir . Ortak bir vatanda , aynı devletin çatısı altında yaşayarak   ve o bölgenin siyasal  ya da  ekonomik koşullarında  aynı kaderi ve tarihi paylaşarak  yaratılan ortak milli kültür milletleri ortaya çıkarabilmektedir . Birkaç yüz yıllık zaman dilimi içinde millet haline gelen toplumlarda siyasal birliği sağlayan güçlü devlet adamları ,  bilim ve düşünce alanında üretim yapan  aydınlar, sanatçılar  ve kültür adamları da insan toplumlarının millet düzeyinde gelişebilmesi açısından önemli katkılar sağlayan unsurlardır . Avrupa milletlerinin kurdukları imparatorluklarda var olan anavatan kavramı , ulusal sınırlar boyunca ilerleyerek gelişen  toplumların dayandığı  ana toprakları ifade etmektedir . Milliyetçi bir vatan anlayışı zaman içerisinde anavatanı bir yurda dönüştürüyordu . Osmanlı imparatorluğunu parçalamak istemeyen Türk milliyetçileri önceleri pasif kalarak hareket etmişler ve katı bir milliyetçiliğin imparatorluğu parçalayabileceğini görmüşlerdir . Ne var ki , bir dünya savaşı sonrasında imparatorlukların çöküş noktasına gelmesiyle birlikte, milliyetçiler daha özgür olarak hareket etmeye başlamışlardır . Bir devleti çökertmek yerine , yıkılmış olan bir imparatorluğun içinden yeni bir ulus devlet çıkarabilmek doğrultusunda  daha serbest milliyetçilik yapılabilmiş ve bu gibi girişimlerin merkezi bir konumda örgütlenmesiyle birlikte milletler tarih sahnesinde öne çıkmışlardır . Osmanlı imparatorluğunun  parçalanmasını önleyebilmek için milliyetçiler utangaç bir tutum izlemişler ve bu yüzden de  Türk milliyetçiliğinin uyanması gecikmiştir . Soyut bir vatan kavramı  milli birlik bilinci ile birleşmediği için devletleri kurtarmak için yeterli olmamış ama özgürlük düşünceleri ,  imparatorluk sınırları içinde yer alan bazı toplulukların kendi devletlerini kurmaları yolunda bölücü olmuştur .

                Normal koşullarda  Türkiye Cumhuriyeti   ulus devletinin  anayasasında ya sadece milliyetçilik ya da  Türk milliyetçiliği kavramları yer alabilirdi . Ne var ki ,  Türk devletinin kuruluşu sırasında tarihten ve coğrafyadan gelen özellikler  ile  jeopolitik koşulların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan durumlar  çerçevesinde ,geçmişten gelen Türk milliyetçiliği kavramının  daha da güçlendirilebilmesi yüzünden Atatürk milliyetçiliği kavramı bir hukuki kalıp olarak anayasa metni içinde yerini almıştır . Genel anlamda Atatürk Milliyetçiliği kavramı ele alındığında ne gibi anlamlara sahip olduğu konusunda öncelikli bir araştırma ya da düşünce çalışmasının yapılması gerekir . Aslında  Atatürk’ün söylev ve demeçlerine bakıldığı zaman, kurucu önderin tam anlamıyla Türkçü bir siyaset adamı olduğu ve bu yönü  ile  Türk  ulusunun devleti olarak Türkiye Cumhuriyetini kurduğu görülmektedir . Atatürk atılacak her adımda Türklüğün esas olduğunu dile getirerek  imparatorluk döneminden gelen bazı siyasal boşlukların doldurulmasına   çalışmıştır . Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı bilime ve akılcılığa dayanan  çağdaş ,ileriye ve gelişmeye dönük ,demokratik, birleştirici ,insancıl, barışçı ve yüceltici anlamda bir siyasal çizginin temsilcisidir . Bugünün dünyasında millet gerçeği görmezden gelinemez derecede insan toplumlarının yaşamını belirleyen ana kavramlardan birisidir . İnsan topluluklarının yüz yıllarca birlikte yaşadıktan sonra  millet haline dönüşmesi , yeni ve yakın çağların ortaya çıkarmış olduğu bir sosyal gerçekliktir . Bu noktada Fransız devriminin bütün dünya ülkelerini etki altına alan güçlü tesirleri bulunmaktadır . Devrim sonrasında batı ülkelerinde ortaya çıkan hızlı değişim rüzgarları Avrupa’daki insan toplumlarının kısa bir zaman dilimi içinde milletleşmesine katkı sağlamıştır . Millet kavramının   tek başına ele alındığında sadece sayı ve yığın olarak görülmemesi gerektiği , sayısal çoğunluğun yanı sıra kollektif  ve kitlesel  bir ruh yapısının da bu oluşumda en az sayısal katılım kadar etkisi bulunduğu bilim ve siyaset adamlarınca vurgulanmaktadır .

 Türkiye Cumhuriyeti devlet modelinin üniter bir yapıda kurulmuş olması , Atatürk milliyetçiliğinin ülke ve millet bütünlüğüne dayanması nedeniyledir . Anayasada yer alan Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bir hukuki bütün olarak tanımlanmasının nedeni  üniter bir devlet düzeni getirilmesidir . Meslekler, mezhepler ya da   siyasal örgütlenmeler birbirinden ayrı da olsa , millet kavramı bunların hepsinin içinde yer aldığı bir toplumsal bütünlüğü  ifade etmektedir . Türk devletinin  üzerinde kurulu bulunduğu siyasal yapılanmanın parçalanmadan yoluna  devam  edebilmesi için, her türlü bölücülüğü önleyen ve bu doğrultudaki girişimlere izin vermeyen bir üniter yapılanma, Atatürk milliyetçiliğinin ülke ve millet bütünlüğünü birlikte ele alması sayesinde  devlet model i  olarak  korunabilmektedir . Atatürk milletin birlik ve bütünlüğünün korunmasının, cumhuriyet devletinin bağımsızlığının korunabilmesi açısından  son derece gerekli olduğunu bir çok yerde dile getirmiştir . Onuncu yıl söylevinde kurucu önder,  Türk milletinin bütün güçlüklerin üstünden gelmesini milli birlik ve bütünlük içinde hareket etmesine borçlu olduğunu söylemiştir .

Atatürk milliyetçiliği kavramı her türlü ırkçılığı red eden bir  içeriğe sahip bulunmaktadır .Anayasaya milliyetçilik ilkesi bir temel prensip olarak konurken , TBMM görüşmelerinde  Türk milliyetçiliğinin dar ve tekelci olmadığı dile getirilerek, her türlü ırkçı yaklaşıma karşı çıkıldığı açıkça vurgulanmıştır . Üniter yapıya sahip olan Türk devleti her türlü ırkçılığa karşı çıkarken, bu doğrultuda yapılmak istenen propogandalara da tepki göstererek, ulusal birlik ve bütünlük konusunda sağlam durmak için çaba göstermiştir . Atatürk  Hitler ve Mussolini gibi ırkçı liderlere  karşı çıkarken , eski Osmanlı Hinterlandında kurulmuş olan Balkan devletlerini de emperyalist saldırılara karşı bir araya getirerek, ulus devletler dayanışması aracılığı ile ırkçılığın önünü kesmiştir . Batının büyük devletleri emperyalizmin getirdiği büyüklük sarhoşluğu ile diğer devletlere saldırırken ,  Atatürk mazlum uluslar dayanışması ile siyasal dengeler oluşturarak barışı gerçekleştirmeye öncelik vermiştir .

Batı dünyası çağdaş uygarlığı temsil ettiği için , Atatürk milliyetçiliği hem uygar ülkeler ile yakın ilişkiler kurmaya  hem de çağdaş uygarlık düzeni içinde onurlu bir üye ülke olarak yer almaya öncelik vermiştir . Türk ulusunu çağdaş uygarlığa ulaştırmak üzere kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin  her yönü ile çağdaşlıktan yana olması Atatürk milliyetçiliği ilkesinin benimsenmesi ile  gerçekleşmiştir . Medeniyetçi bir yaklaşımın  anayasada yer alması ile birlikte, Türkiye doğunun mazlum ulusları ile batının çağdaş ülkeleri arasında bir çağdaşlık köprüsü olmuştur . Atatürkçülükte çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak ana hedef olduğu için, Atatürk milliyetçiliği ilkesi ile     anayasa bu çizgiye çekilmiştir . Yüzyılların gerisinde kalan  geri kalmışlık olgusunun aşılabilmesi için çağdaş  uygarlık hedefi    öncelikli bir amaç olarak benimsenmiştir . Bu doğrultuda Atatürk milliyetçiliği orta çağ din düzenlerine karşı çıkarak  ve her türlü mezhep ayrımcılığını red  ederek , bu duruma karşı çıkma yolunda  laiklik ilkesini  benimsemektedir . Toplumun dinsel baskıları aşarak bilimsel bir düzeye ve düzene kavuşabilmesi için uygarlıkçı adımların atılması da gene Atatürk Milliyetçiliği ilkesi doğrultusunda gerçekleştirilmiştir .  Atatürk bütün  Tekke ve zaviyeleri kapatarak ortaçağ benzeri bir dinsel düzene sürüklenmemek amacıyla , çağdaşlaşma sürecinden sonra laiklik düzenini de kurmuştur .Yirminci yüzyılın başlarında  gerçekleştirilmiş olan Sovyetler Birliğinin getirmiş olduğu sınıf kavgasını red eden  Atatürk Milliyetçiliği anlayışı ,ulus devletin toplumsal tabanını kurmak ve korumak için milli dayanışma  ve sosyal adalet gibi kavramlardan  yana  bir tutum  izlemiştir . Atatürkçülük oluşumu iyi incelendiğinde milliyetçi bir çağdaşlaşma  ideolojisi olarak tanımlanabileceği görülmektedir . Her türlü sınıfsal oluşumlara karşı ulusallıktan yana olan Atatürkçülük, milliyetçilik ilkesini benimseyerek  bütün çatışma senaryolarından uzak kalmayı tercih etmiştir . İmtiyazsız ve sınıfsız kaynaşmış bir kitle olmayı düşünen  Atatürkçülük, milliyetçilik ilkesi ile böylesine bir hedefi  gerçekleştirmeye çalışmıştır .İnsanlık tarihini sınıf çatışması ile açıklamaya çalışan sosyalizm çökmüştür ama  Atatürk’ün dile getirdiği  emperyalizm ve mazlum uluslar çelişkisi doğru çıkmıştır .Atatürk milliyetçiliğinin demokrasi ve millet egemenliğine dayanması da  ulus devletlerin güçlenerek devam etmelerine katkı sağlamıştır . Atatürk milliyetçiliği her türlü saldırganlığa karşı  barışçılık  ve insancıllık ilkelerini benimsemesi de , dünya barışının gerçekleşmesinde önemli katkılar getirmiştir .

                Türkiye’de ulus devletin ve milli vatanın inşasında  çok etkili olan Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının bir temel ilke olarak Türkiye Cumhuriyeti anayasası içinde benimsenmesi, siyasal sistem açısından  geleceğe dönük bir güvence  oluşturmaktadır . Cumhuriyet rejimi yüzüncü yılına doğru emin adımlarla ilerlerken , araya giren emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri el birliği yaparak gizli bir anayasa değişikliği girişimini gündeme getirerek , anayasadan başlangıç hükümleri ile birlikte cumhuriyetin temel  niteliklerini de değiştirmeye kalkışmaktadırlar . Kurucu önderin ve iradenin isabetli adımları ile oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti devlet  modeli  ,bugün Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm işbirliği ile ortadan kaldırılmak istenmektedir . ABD, İngiltere ve İsrail devletleri   Büyük Orta Doğu Projesi, Yakın Doğu Konfederasyonu ve Büyük İsrail imparatorluğu gibi   hegemonyacı   plan ve projeler üzerinden , Türk ulusunu bir yüzyıl ayakta tutan ulus devlet modelini ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar . Türkiye’deki ulusalcı, cumhuriyetçi ve Atatürkçü kadroların tasfiye edilmesinden sonra, ortaya çıkan siyasal boşluğu doldurmak üzere işbirlikçi burjuvazinin  adamları dış destekler aracılığı ile devreye girerken , Atatürk Milliyetçiliğinin anayasa metninden çıkarılmaya çalışıldığı basına ve medyaya  yansımıştır .Bu aşamada bağımsız ulus devletlerin emperyalizmin ötesinde ayakta  kalarak var olabilmesi ve uluslararası alanda tüm ulus devletler ve mazlum uluslar ile dayanışma içine girerek  her türlü emperyal saldırganlığa karşı , küresel boyda bir  insanlık mücadelesinin verilmesi gerekmektedir . Dünya halkları ile ulus devletler  bir araya gelerek evrensel bir dayanışma içinde emperyalizme karşı çıkmak  zorundadırlar .