Av. Mehdi BEKTAŞ
Siyasi iktidar, referandumda “Evet” i kazandırmak için her yolu deniyor. Adliyeye, Kışlaya, Mektebe ve camiye siyaset sokmayın, yazınsal ve görsel basına baskı kurmayın, yönlendirmeyin, adaletsiz davranmayın dendikçe siyasi iktidar coşuyor, ne hak tanıyor ne hukuk; devlet ve kamu olanaklarını yasadışı ve sınırsız kullanarak, Adliyeyi, Kışlayı, Mektebi, Camiyi dar siyasetin içine çekerek, TRT’yi iktidarın borazanı yaparak, merkez medyaya baskı kurup havuz medyasının önünü açarak, yalan ve iftirayla “Evet” propagandasını sürdürüyor.
Hayır kampanyası sürdürenlere ise, polis ve zabıta göz açtırmıyor, yürümelerini engelliyor, bildirilerini topluyor, afişlerini yırtıyor, pankartlarını indiriyor, yandaşların saldırısı da işin cabası.
Bütün bu hukuksuzluklar karşısında, seçmen iradesinin eşit, adil ve dürüst bir çalışmayla sandığa yansımasını sağlamakla yükümlü ve sorumlu YSK ile savcılıklar susuyor, görevini yapmıyor, üç maymunu oynuyorlar.
Aslında iktidarı hukuk dışına çıkmasının birinci sorumlusu AYM, ikinci sorumlusu YSK, üçüncü sorumlusu HSYK, tabii ki suç takibiyle görevli polis, jandarma ve savcılıktır. Yapılacak işlemlerin tamamı yargısal niteliklidir. Yargı görevini hukuka uygun ve tarafsız yapmazsa, yoldan çıkmış iktidarı kim durduracak, kim yola getirecek?
İki de bir “Bizi millet seçti, millete hesap veririz!” diyorlar. İcraatlarıyla ilgili seçim döneminde millete hesap verebilirler, kusura bakmasınlar amma işlenen suçların, yapılan haksızlıkların, yolsuzlukların hesap verme yeri, isteseler de istemeseler de yargıdır. Siyasetçi suç işliyorsa, yolsuzluk, hırsızlık ayyuka çıkmışsa, ben yargıya hesap vermem diyebilir mi? Millet yargı makamı mıdır? Kaldı ki millet güncel değil tarihseldir, ölüsüyle, dirisiyle, kültürüyle hem düne aittir, hem bugündür hem de gelecektir, dünü, bugünü, yarını kapsar. Bu gün için ülkede yaşayanların tamamı halkı oluşturur. O nedenle millete değil, halka hesap verebilirsiniz, çünkü millet hesap sormaz, milleti adına halk hesap sorar. O nedenle “Egemenlik Türk Milletinindir” derken, ölüsüyle, dirisiyle, doğacak kuşaklarla geçmişten geleceğe bir süreklilik ifade eder. Yani Egemenlik hakkı yanlıca güncel değil aynı zamanda tarihseldir.
Kaldı ki siyasi iktidarı ele geçiren siyasi partiye halkın tamamı onay vermediği gibi seçmenin tamamı da onay vermemiştir. Türkiye’nin nüfusunu, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ‘Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi”ne göre 31 Aralık 2016 tarihi itibarıyla 79 milyon 814 bin 871 kişi olarak açıklamıştır; . YSK ise, Referandum’da yurt içinde 55 milyon 319 bin 222 yurttaşın oy kullanabileceğini belirlemiştir. Bunun ne kadarı sandığa gider, ne kadarı geçerli sayılır, %50’den fazla geçerli oy ne kadardır, tüm bunlar oy kullanıldıktan sonra belli olur. Demem o ki, bütün oyları almış gibi seçmen beni akladı deme olanağı da yoktur. Seçmen icraatı aklasa bile suçu aklayamaz. Seçim döneminde seçilenler yaptıkları işin, icraatın hesabını seçmene verirler, ancak işledikleri suçun, yaptıkları yolsuzlukların hesap verme yeri yargıdır. Seçilenlerin oluşturduğu TBMM’si, yürütme organı, hükümet nasıl ki Türk milleti adına yetki kullanıyorsa, yargıda Türk milleti adına kovuşturma ve yargılama yetkisi kullanıyor. Yargıda hesap vermek millete hesap vermektir. Öyle ben “seçildim, ben kazandım yargıya hesap vermem” demek, devleti, halkı ve de milleti inkâr etmek demektir. Bu hiç kimsenin hakkı da haddi de değildir.
Millet yargı makamı mı, suç işleyenlerin, katillerin, hırsızların, kalpazanların, ahlaksızların yargılamasını millet mi yapıyor. Böyle düşünüyorsanız seçilen milletvekillerinin dokunulmazlıklarını niye kaldırıp yargıya teslim ediyorsunuz? Yargı herkese dokunuyor da reise ve AKP milletvekillerine, belediye başkanlarına, üyelerine mi dokunamıyor? Her işi seçmen yapıyorsa, sizin o makamlarda ne işiniz var? Yetkiyi millet veriyor diyorsanız, yargı yetkisini de millet veriyor. Kaldı ki Milletin işi gücü yok mu, sürekli iktidarla mı uğraşacak? Seçim dönemi gelince seçmen gereğini yapar dense bile, seçim dönemi dışında ne olacak? İktidarın, seçilmişlerin hukuk dışı uygulamalarına kimse dur diyemeyecek mi? O zaman hukuk karşısında kimse hesap vermesin, seçimle gelen dilediği her şeyi yapsın, hesap sorulması için seçmen kuzu kuzu seçim dönemini beklesin mi diyeceğiz? Böyle bir şey olabilir mi, olmayacağını herkes biliyor da iktidar partisine oy verenler bilmiyor mu, ayda mı yaşıyorlar?
Bütün bunların ötesinde birde siyaset sorunu var, yurttaşlar, yasalara göre kurulmuş örgütler ülkenin, halkın bugünü, geleceğini, iktidarın uygulamaları hakkında düşüncelerini açıkladığı, toplumu bilgilendirmek, iktidarı ve devlet yöneticilerini uyarmak istediği zaman, iktidar ve yanlıları, koro halinde, “siyaset yapıyorlar, yapamazlar” diye ortalığı birbirine katıyor. Reis, kızdığı zaman “çıkar cübbeni, bırak işini, gir siyasete, gel karşıma” diye nutuklar atıyor. Bu kadar boş bir laf olamaz.
Bilindiği gibi bir toplumda, yaşama, barınma, üreme hakları ile can, mal güvenliği yanında, insan olmanın zorunlu sonucu olarak, düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğü vardır ve bu insanın “olmazsa olmazdır”. Bu bağlamda işlevlerine göre siyaset, dar, geniş anlamda ele alınır ve değerlendirilir.
Dar anlamda siyaset, Anayasanın belirlediği sınırlar içinde devleti yönetmek, belirli bir program çerçevesinde ülkenin ve halkın sorunlarını çözmek için seçimle iktidara gelme yarışmasıdır ki bu, genel olarak, siyasi partiler eliyle yapılır. Seçimler sonucu parlamentoda çoğunluğu sağlayan parti veya partiler iktidar olur, parlamentoda çoğunluğu sağlayamayan ya da parlamentoya giremeyen partiler muhalefet olur. İster iktidarda ister muhalefette olsunlar, siyasi partiler, “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmezleridir.”
Geniş anlamda siyaset ise, yine Anayasanın belirlediği sınırlar içinde yurttaşın ve yasal örgütlenmelerin, ülkenin ve halkın sorunları konusunda halkı bilgilendirmek, iktidarı ve siyasi partileri uyarmak, etkilemek, yönlendirmek için tek veya toplu olarak düşünce açıklamak, bildiri yayınlaması, toplantı, gösteri ve yürüyüş yapmak, sözel, görsel ve yazılı basın yoluyla etkinlikte bulmaktır. Ülkenin ve halkın sorunlarını tartışmak, çözüm yollarını göstermek kimsenin tekelinde değildir, ayrıca bunu yapmak yurttaş olmanın zorunlu sonucudur, yurttaşlık görevidir.
Geniş anlamda siyaseti, yurttaşlar ve örgütlenmeler yapar. Örgütlenmenin başında da meslek kuruluşları (barolar, odalar, birlikler), sendikalar, kooperatifler, vakıflar, dernekler gelir. Bu örgütlenmelerin kuruluş ve faaliyet yasaları, tüzükleri, yönetmenlikleri vardır, Anayasal güvence altındadırlar. Hiçbir siyasetçi bu gerçeği görmezlikten gelemez, gelirse boşa konuşmuş olur. O nedenle bu kuruluşların, ülkenin siyasi, ekonomik, sosyal yapısını değiştirmeyi hedefleyen Anayasa değişikliğine karşı tavır almasını, dar siyaset olarak yorumlayamaz, halkın iradesinin sağlıklı oluşmasını engelleyemez.
Siyasi iktidar, halkın ortak değerleri olan adliyeyi, kışlayı, mektebi, camiyi dar siyasetin içine çekerek, ikilik yaratıyor, yurttaşlar arasında kamplaşmaya neden oluyor. Cami açılışları, camide propaganda yaparak, ilahiyatta, eğitimde, kışlada ve yargıda kadrolaşarak ortak değerleri örseliyor, hem laikliği yok ediyor hem de yurttaşları birbirine karşı kışkırtarak, birliği bütünlüğü zedeliyor, halkın özgür iradesine fesat karıştırıyor. Bu yapılanlar Anayasa ve yasalar karşısında suçtur, mutlaka bir gün yargı önünde hesabı sorulur.
Siyasi iktidar ayağını denk almalıdır, kısa vadeli kişisel çıkarlar uğruna ülkenin ve halkın geleceği ile oynamamalı, iradesini sakatlamamalıdır. Emperyalizmin ve ayrılıkçı hareketin gizliden desteklediği, ülkeyi kargaşa ve bölünmeye götürecek Anayasa değişikliğinden yol yakınken vazgeçmelidir. Bu ülke ve halk sahipsiz değildir, özverili milli ve sosyalist devrimcileri, yurtseverleri, laik demokratları vardır. Yurttaşlık görevimizi yapıyor ve uyarıyoruz. 04.04.2016
Av. Mehdi Bektaş: Ankara Barosu üyesidir. 2012-2014 tarihleri arasında Kurumumuzda Yönetim Kurulu üyeliği yapmıştır.