20.10.2013
Av. Mehdi Bektaş
Türkiye Cumhuriyeti Başvekili, AKP Reisi Tayyip, “Demokrasi Paketini (!)”
açıklayınca yer yerinden oynadı; ne kadar da beklentisi olan varmış, şaşmamak
elde değil!
Laik cumhuriyeti İslami cumhuriyete dönüştürmek için pusuya yatan dincilerin,
ayrı devlet kurmayı düşleyen ve bu olmazsa federasyonlaşmaya da razıyım
diyen ayrılıkçıların, ülkenin yeraltı yerüstü servetine göz koymuş yabancı
şirketlerin, işbirlikçi yerli sermayenin sevinç gözyaşları sel olup akıyor! Laik
cumhuriyetin canına ot tıkandığını gören dinciler bayram yapıyor, ayrılıkçılar
“yetmez ama evet” havasında davul zurna eşliğinde halay çekiyor, ruhban
okuluna kavuşan dini azınlıklar şarkı söyleyip, dua okuyor, işbirlikçi, montajcı
yerli sermaye, ekonomimiz gelişiyor, büyüyoruz diyerek göbek atıyor!
Milli devleti tasfiye etmek için gözünü karartmış AKP iktidarı, “Osmanlı millet
modeli” tasarımıyla, milli, laik, demokratik, devrimci cumhuriyeti parçalıyor,
altını üstüne getirerek yıkıyor, demokrasi lokumuyla da ruhuna fatiha okuyor(!)
Türk-İslam sentezi çizgisiyle bir eliyle dincilerin bir eliyle ırkçıların elini tutan,
AKP sıkıştıkça arkasından koşup destek atan MHP ile MHP-CHP işbirliği
yaparak milli hükümet kurma sevdasına düşen İşçi Partisi’ni bir yana bırakırsak,
“demokrasi paketine (!)” açıktan tavır alan, karşı çıkan pek yok gibi!
CHP, ulusalcı/liberal ayrımıyla zikzaklar çiziyor; parti başkanın
“demokratikleşme paketi bizim paketimizin kötü bir kopyasıdır” demesiyle,
partililer şaşırıp kalıyor!
Ülkenin geçmişini derinlemesine irdelemeyen, geleceğini net olarak göremeyen,
tasavvurlarını somutlaştıramayan sol partiler, paketin asıl hedefini görmezden
gelerek içeriğiyle uğraşıyor. “Ezilen halklara sahip çıkma” adıyla ayrılıkçılardan
yana tutum alan bir kesim, pakete bu açıdan bakıyor, gözü de başka hiçbir şey
görmüyor. Bir kısmı ise, geçmişteki mücadele anlayışını ve yaşanmışlıklarını
öyküleştirerek, “demokrasi ve özgürlük” söylemi altında yeni bir çıkış yolu
arıyor, iktidar hedefli olamadıkları için de bir türlü bulamıyor! Geçmişiyle
düşünsel bağını koparan, saf değiştirerek akil adamlığa soyunan, iktidarın
düdüğünü öttürüp değirmenine su taşıyan dönek taifesi, “demokrasi” nutku
atarak ortalıkta fır fır dönüyor, iktidara bağlanarak geleceğini arıyor (!)
Kendi geleceğinden öte ülkesini, halkın geleceğini düşünenler, bu kadar
karmaşa karşısında şaşırıp kalıyor. Şaşırmak doğal ise de kararsızlık,
umutsuzluk çok kötü. Bunun nedeni, cumhuriyete sahip çıkacak siyasi
kadroların neme lazımcı olması, yok canım bir şey olmaz demesi, oy almak için
ilkelerinden ödün vermesi, halka dalkavukça davranması, ülkenin devrimci
tarihine gönülden sahip çıkmaması, genç kuşakları yetiştirmede üşengenç
davranması, toplumu örgütleyip bilinçlendirmeyi savsaklaması, sağın dümen
suyuna girerek iktidar olmak için emperyalizmden medet umması sayılabilir(!)
Toplum yaşamında, basmakalıp (klişe) düşünceler, önyargılar, maalesef çok
belirleyici; olayların değerlendirilmesinde zaman ve mekân kavramı, somut
şartların somut tahlili yok gibi! Ülke tarihinin olumsuzlukları dilden
düşürülmezken, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş sürecinde yaşananlar söz
konusu bile edilmiyor, sağlıklı bir analiz yapılmıyor! Ülkenin nereden gelip
nereye gittiği, hangi zorluklarla karşılaştığı, zorlukları aşmak için nasıl
uğraşıldığı, cehaletle, yoksullukla nasıl mücadele edildiği, ekonomik, sosyal,
siyasal, kültürel dönüşümlerin hangi bedeller ödenerek gerçekleştirildiği
yeterince araştırılmıyor, öğrenilmiyor, ülkenin kurucuları baskıcı olarak
nitelenip, basmakalıp düşüncelerle, topa tutuluyor, insanların kafası karışıyor,
önyargılar oluşuyor. Bunu, “demokratikleşme paketi” adı altında uygulamaya
sokulan “Gerici, bölücü, yıkıcı” pakete karşı takınılan tutumda da görmek
mümkündür.
İnsanları, grupları, partileri, hareketleri damgalamak çok kolay, şu şudur, bu
budur dedin mi akan sular duruyor, sorgulamaksızın yanlışa doğru, doğruya
yanlış demek bir çeşit yaşam biçimi oluyor(!) Laik cumhuriyete bakışının bunda
etkisi vardır kuşkusuz. Bu sorun aşılmadan, kitlelerle sıcak bağlar kurulmadan,
laik cumhuriyeti kitle desteği ile korumak, yaşatmak pek olanaklı görülmüyor.
Cumhuriyetin değerleri, birikimleri siyasi iktidarca tüketilirken, Cumhuriyeti
kollamakla yükümlü Cumhuriyet Savcılığı bile elini koluna bağlamış bakıyor,
sanarsın ki yıkıma destek oluyor, tabii ki bu durum cumhuriyetin sadık
yurttaşlarında üzüntü, umutsuzluk, kaygı yaratıyor!
Aydınlanmacılar bilir ki dini referans alanlar, “yaradılış teorisinin” tutsağı
olarak evrim teorisini dışlar, tez, anti tez, sentez yöntemini reddeder, bilimsel
eğitim ve öğretimi ortadan kaldırır, özgür düşüncenin oluşmasına ve gelişmesine
engel olur. Özgür düşüncenin bilimsel, eşitlikçi, özgürlükçü eğitim ve öğretimle
sağlanabileceği, düşünen, tartışan, sorgulayan kuşakların bu yolla yetişebileceği
bilimsel bir doğrudur. Siyasi iktidarın, 4+4+4 aşamalı eğitimle bilimsel eğitimin
temeline dinamit koyması, dinsel inanca uygun yaşam biçimini topluma
dayatması, okul, cami, ekonomik, sosyal, siyasal kurumlar aracılığı ve mahalle
baskısıyla, medya yoluyla bunu olağanlaştırmaya çalışması net değil mi?
“İslamiyet’in Arabistan’da yaşam biçimi, İran’da siyaset, Türkiye’de inanç”
olduğu konusunda bir düşünce vardır. Bu iktidar, Arabistan’ın yaşam biçimini
topluma dayatıyor. Herkeste bilir ki bu ülkenin İslamiyeti benimseyen insanları,
3
cumhuriyet döneminde de Allaha, Kuran’a, Peygambere serbestçe inanır,
ibadetini yapar; kimsenin dinine, mezhebine, yaşam tarzına karışmazdı; “İbadet
ayrı kabahat ayrı”, “Her koyun kendi bacağından asılır” diyerek bir hoşgörü
ortamında yaşardı. Ülkede ne zaman din istismar edilir oldu, darbecisinden
siyasetçisine kadar dini siyasete kullanılmaya başladı, işte o zaman “Allaha
sövüldü”, “Cami bombalandı”, “Peygambere ve zevcelerine hakaret edildi”
denilerek tahrik edilen halk sokaklara dökülüyor, insanlar öldürülüp evleri
yakılıp ocakları söndürülüyor.
Bunlar düşünüldüğünde, paket açıklayan siyasi iktidarın niyeti açık değil mi?
İnsanların ne giyeceğine, ne içeceğine, ne yiyeceğine, hatta kadınların ne kadar
çocuk doğuracağına karışmıyor mu? Buna ilişkin idari, mali, hukuki
düzenlemeler yapmıyor mu?
İnsanlık birarada yaşamanın yarattığı zorunluluk nedeniyle klan birlikteliğinden
başlayarak reis, şef, bey, kağan, han, hakan, sultan, krala boyun eğerek
mutlakıyetçi, teokratik, meşruti yönetimlerde yaşayarak, ekonomik, sosyal,
siyasal, kültürel gelişmeye bağlı olarak, farklı inanç ve etnik kökenlerden
olmasına karşın bir millet olma gerçeğine ve bilincine ulaşıyor, cumhuriyeti
benimseyerek ulus devleti kuruyor, inançsal, etniksel, kültürel, ekonomik
nedenlerden kaynaklanan iç savaş olasılığına son veriyor. Bu nedenle çağımızda
görülen savaşlar dış kaynaklı ve ekonomik amaçlıdır. Emperyalizm sömürüsünü
sürdürebilmek için dinsel, etniksel ayrımları kışkırtıyor, iç destekçiler bularak
ulus devletleri parçalamaya çalışıyor.
Bu paketle, bir arada yaşamanın zorunlu sonucu olan dil birliği dinamitlenmiyor
mu, inanç ayrımı yapılmıyor mu, kamu hizmeti sunanların hangi inançta
olduğunu gösterecek biçimde giyinmesinin yolu açılmıyor mu? Devlet
dairelerinde, okullarda, sakallı, sarıklı, fesli, türbanlı, şalvarlı, kara çarşaflı,
kamu görevlileri görülmeyecek mi? Hatta bunları bu kılıklarıyla çalıştırmak
istemeyenler suç işlemiş olmayacak mı? İktidar, kurum, yönetici, çevre, grup
baskısı karşısında başı açık, çağına uygun giyinmiş insan, nasıl kamu görevi
yapacak, yapabilecek mi? Daha işin başında cemaatçiler, ayrılıkçılar harekete
geçti. Mürteci türbana izin çıkınca kara çarşafa girdi, ayrılıkçı büyükşehirlerin il
sınırına eşitlenmesi, yerel yönetim özerklik şartını kaldıracağım öğrenmesi
üzerine dört ülkede birleşeceğiz demeye, dolaysıyla ayrı devlet kurmanın yolunu
düşünmeye başladı(!)
Demokratikleşme paketine açıkça tavır almayanlar bunları görmüyor mu, laik
demokratik cumhuriyetin canına ot tıkanarak ulus devlet modelinden dinsel
gruplara dayanan “Osmanlı Millet modeline” geçmek istendiğini, toplumun din
ve mezhep kavgalarına itileceğini, etnik ayrışmanın hızlanarak süreceğini,
4
çatışmaların yoğunlaşacağını, darbe ve iç savaşa riskinin artacağı anlaşılmıyor
mu?
Kürt hareketi, sanki büyük bir zafer kazanmış (!) gibi nutuklar atıyor, kemendini
dinci iktidarın boynuna dolamış, sıktıkça sıkıyor! İktidar, desteklerini alayım da
Kemalist devletin (!) canına ot tıkayım diye ayrılıkçılığa karşı mücadele eden
askeri darbeci diye içeri tıkıyor, ayrılıkçıların Serok’uyla cezaevinde görüşüp
ödün üstüne ödün veriyor!
Solcular/Sosyalistler ise, garip biçimde 12 Eylül öncesi “Katil Oligarşi”, “Katil
İktidar” derken, yeni dönemde “Katil Devlet” demeye başlıyor, dolaysıyla
hedef şaşıyor(!)
Devlet kalıcı, iktidar geçicidir. Devlet kalıcı olduğuna göre, devletle sürekli
çatışmanın, kavga etmenin sola ne yararı olabilir? Uluslararası güçlerle
işbirliğine girmiş dinci ve ayrılıkçı hareketlerin laik, üniter devlete savaş
açmalarında anlayış farklılığı görülebilir, ancak sınıf temelinde mücadele eden,
iktidara gelince halka ayrımsız hizmet sunmayı amaç edinen solun bundan ne
çıkarı olabilir?
Devlet hedef alındığında, yalnızca siyasi iktidarın politikaları hedef alınmıyor,
aynı zamanda iktidar karşıtı vatandaşın inandığı benimsediği devlet de hedefe
konuyor, doğal olarak bu insanların tepkisine neden olunuyor! Devlet
kurumunda, kamuda, emniyette, askeriyede, yargıda, bekçisinden amirine,
sekreterinden müdürüne kadar binlerce devlet yandaşı, iktidar karşıtı insan var.
Bunlar düşünülmeden atılan sloganlarda amaç üzüm yemek mi, bağcı dövmek
mi, anlamak zor!
Kuşkusuz devleti iktidar yönetir, ancak bu iktidarın devletle özdeşleştiği
anlamına gelmez. Adalet ve özerk kuruluşlar dışındaki uygulamalar siyasi
iktidarın kararları doğrultusunda olur ki iktidarın sorumluğu da işin doğası
gereğidir.
Her ne kadar AKP iktidarı, adaletsiz seçimle elde ettiği güce dayanarak
Anayasa’yı değiştirmiş, iktidar olanaklarıyla bu değişikliği halka onaylatmış,
yargıyı yeniden yapılandırarak yönlendirmeye başlamış, üniversiteleri
susturmuş, TRT, TÜBİTAK gibi özerk kuruluşların içini boşaltması ise de
yinede devletle siyasi iktidarı ayırmakta yarar vardır!
AKP, dini siyasette kullanan DP, AP gibi sağ iktidarların, 12 Mart ve 12 Eylül
faşist darbelerinin ürünüdür; AB-D’nin katkısı, dini sermayenin, cemaat ve
tarikatların yardımı, bir torba şekere, bir çuval una, bir ton kömüre iradesini
bağlamış, özgür yurttaş olmanın erdemini anlayamamış seçmenin desteğiyle
5
devlet iktidarını ele geçirmiştir; devleti yönetiyor, istediğini de yapıyor;
eğitiminden hukukuna, sağlığından güvenliğine kadar her şeyi yeniden
biçimlendiriyor! Ortada Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesine
bağlı, ilkelerine sadık, hukuka saygılı bir iktidar yok, ülkenin sosyal, siyasal,
hukuki yapısını dinsel yapıya dönüştürmeye çalışan bir karşı devrim iktidarı var!
Bu gerçeği görmeden, “demokratikleşme paketi (!)” üzerine konuşmanın da bir
anlamı yoktur, yapılan eleştiriler buza yazı yazmadır, bir çeşit yasak savmadır(!)
Anayasanın 81.maddesi ne göre milletvekili seçilenler, “Devletin varlığı ve
bağımsızlığı, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü, milletin kayıtsız ve şartsız
egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik
Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur
ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan hakları
ülküsünden ve Anayasa’ya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti
önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim” diyerek göreve başlar. İktidar
yanlısı milletvekilleri ayaklarını kaldırarak yemin ediyor olmalılar, laik
cumhuriyetin tasfiye edilmesine, andın okullardan kaldırılmasına, temel eğitimin
dinselleştirilmesine, okullarının imam hatip okullarına dönüştürülmesine, 4+4+4
eğitim ve öğretim sistemiyle ülke geleceğinin karartılmasına, kız çocuklarının
karar çarşafa sokulmasına, kamu görevlilerinin partizanlaşmasına, kadınların iş
ve sosyal yaşamdan dışlanmasına ses çıkarmıyorlar, galiba “yemin bozmayı
erdem sanıyorlar” (!)
Sonuç olarak, demokratikleşme paketi (!), laik cumhuriyete kurulmuş tuzaktır,
halkın elinde patlayacak saatli bombadır. Dileğim, ülkenin ve halkın geleceği
daha fazla kararmadan, kardeş kardeşi vurmadan, herkesin aklını başına alması,
güçlerini birleştirerek, laik demokratik cumhuriyete bağlı halkın örgütlü gücünü
harekete geçirmesi, demokratik yoldan iktidarı sandığa gömmesidir.