Prof. Dr. Abidin Kumbasar
Eğitim sözcüğü, bireye bilgi ve beceri kazandırmak için uygulanan
yöntemlerin tümünü içermektedir. İnsanlar dışındaki bütün canlılar çevre ile
etkileşimlerinde türlerine özgü tek düze davranışlarda bulunurlar. İnsan soyu ise,
evrimle edindiği bilinç sayesinde bilgi ve beceri kazanarak doğa koşullarını
değiştirme ve olguları etkileme gücüne eriştiğinden, farklı davranışlarda
bulunabilme yeteneğini kazanmıştır. Böylece Homo Sapiens (Akıllı İnsan)
aşamasından beri süregelen bilgi ve beceri birikimi günümüz uygarlık düzeyine
erişilmesini sağlamıştır.
Binlerce yıla uzanan bilgi edinme sürecinde aklın özgür kılındığı
dönemlerde büyük atılımlarla uygar topluluklar oluşmuş, akıl ve düşüncenin
baskı altına alındığı, eğitimin egemenlerin istediği şekilde yönlendirildiği
dönemlerde insanlığın karanlık ve gerileme süreçleri yaşanmıştır. “Antik Çağlar”
gibi “Yakın Çağlar” tarihi de bu olgunun somut örnekleri ile doludur.
Batı Uygarlığı’nda en karanlık çağ Engizisyon’la zirveye ulaşan inanç
yozlaşması döneminde yaşanmıştır. G. Bruno’nun yakılması, G. Galilei’nin
cezalandırılması, Kopernik’in kutsal kitaptakilerle çelişen göksel bulgularını
içeren kitabının ancak ölümünden sonra açığa çıkabilmesi ve aforoz edilmesi
bilimle inanç çatışmasının somut örnekleridir. Aklın tutsak olduğu karanlık
dönemlerde eğitimde bireylere özgür eleştiri yapmak yasaklanmış, doğa
gerçeklerine uymayan aktarma bilgilerle insanları koşullandırmak amaç
edinilmiştir. Oysa öğretmek ezberletmek değildir; öğretmen etkin bir çaba ile
öğrencinin yeteneğiyle bağ kurarak onun kendi özelliklerinin gelişmesini
sağlamalıdır. Eğittiği kişiye tasarladığı biçimi vereceğini söyleyen eğitimci ancak
köle yetiştirmiş olabilir. Çünkü bilimsel gerçekler bireysel isteklere göre
değişemezler. Bilimsel gelişmeler “Doğa Yasaları”na göre yönlenirler ve var
sayılan doğaüstü güçlerden bağımsızdırlar. Bilimde ilerleme sağlayabilmek için
başkalarının düşünemediğini düşünmek, göremediğini görebilmek gerekir.
Gerçekleri arayanların mistik inançların uyuşturucu etkilerinden kendilerini
soyutlamaları ön koşuldur. Ayrıca hiç bir dönemde öğrenmeden bilmek diye bir
şey söz konusu olmamıştır. Bir şey öğrenmeden bildiğini sananlardan insanlık
hep zarar görmüştür.
Bilimsel gelişmeler ve düşünsel evrim sonunda ulaşılan “Aydınlanma
Çağı”nın ana ilkesinin, “Bilimle inanç çatıştığında bilimden yana olmak gerekir”
olarak belirlenmesi daha önce yaşanan olayların birikimiyle ulaşılan
bilinçlenmenin sonucudur. Tüm insan toplulukları için geçerli olan ana ilkelerden
ulusumuzun soyutlanması olanaksızdır. Bu nedenle ulusal geçmişimizde de
eğitimin yozlaştığı dönemlerde gerileme ve çöküntüler yaşanmış, buna karşın
çağdaş eğitimin uygulandığı “Kuruluş Yılları”nda yetişen özgür düşünceli
kuşaklar uluslar arası saygınlığımızın artmasını sağlamışlardır. Yakın geçmişimizin
aydınlık dönemi yıllarında Mustafa Kemal Atatürk’ün. “Hayatta en hakikî mürşit
ilimdir” özdeyişi “Aydınlanma Çağı”nın ana ilkesi olan bilime öncelik verilmesi
kuralına uygun düşmektedir. “Eğitim Birliği Yasası”nın çıkarılması ve halk
çocuklarının aydınlanması için kurulan “Köy Enstitüleri” de aynı amaca yönelikti.
Ulusumuzun aydınlanmasından ürken sömürücülerin ilk yıkım
hedeflerinin eğitimi yozlaştırmak ve “Köy Enstitüleri” olması özellikle
kurgulanmıştır.
Günümüzde “Arap Baharı” ya da “İleri Demokrasi” gibi göz boyayıcı
niteliklerle tanımlanan uygulamaların ardında yatan amaç da daha önce
defalarca kurgulanan sömürücü uyarlamaların yeni bir türü için ortam
hazırlamaktır. Sömürülen halk kitleleri figüran olarak kullanılarak sömürücü ve
işbirlikçilerin isimleri değiştirilmekte, görevi yenileri devralmaktadır. Bu
uygulamaları kolaylaştırmak ve halk kitlelerini uyuşturmak için de inanç
duyguları kullanılmakta, eğitimle yeniden koşullandırılmış beyinler oluşmasının
yolu açılmak istenmektedir.
Uluslar arası sömürü düzeninin son zamanlarda sıkça söz ettiği “Dinler
arası diyalog ve uzlaşma” deyimi de karanlığa yönelmenin yerküre boyutundaki
uygulamalarını simgelemektedir. Aynı amacın yerel uygulamaları ise işbirlikçi
yönetimler tarafından düzenlenmekte, her toplum kendine özgü inançları
yoluyla karanlığa ve köleliğe yönlendirilecek şekilde eğitim programları
uygulamaya konulmaktadır.
Ülkemizde de yeniden yapılan eğitim düzenlemelerinin ardındaki amacı
görebilmek için olayları yerküre boyutunda ve yerel koşullarda değerlendirmek,
bu açıdan eleştirmek gerekir.
Toplumumuzun gerçekleri görebilmesi için aydınlatılması görevi özgür düşünceli, sömürü karşıtı yurtsever aydınlara düşmektedir.